Trump'ın gelişiyle Batı'nın çöküşü arasında ilginin kurulması haklı olarak “Dört yıl için seçilen bir başkanın Batı için anlamı abartılmıyor mu?” itirazına yol açıyor.
Ne var ki Batı'nın çöküş işaretleri verdiği iddiasının gerekçeleri Trump'ın seçilmesiyle sınırlı değildir. Trump'ın seçilmesi, sadece bu iddianın kanıtlarına güç katmıştır.
Batı, Aydınlanma döneminden bu yana ilk kez krizle karşılaşmıyor. Protestanlığın yol açtığı mezhep savaşları, ardından gelen laikliğin getirdiği ırkçılık ve dışarıda olduğu kadar içeride de vicdandan soyutlanmış kapitalist ekonomi…
Batı'nın okumuşları kapitalist ekonomiye karşı sosyalizmi geliştirebildi, Batı'nın sistem kaynaklı bir sorunu için, iyi veya kötü Batı'nın içinden bir çözüm ortaya koydu. Buna rağmen Batı kapitalizmi, sosyalistleşmeyi çöküşle özdeşleştirdi, sosyalizmin ortaya çıkışını kendi açısından tarihinin en büyük krizlerinden biri gördü. Bu krize karşı sosyal demokrasi ve liberal demokrasiye yöneldi. O dönemde sistem, krizle karşılaşsa da işliyor, kendi anti tezlerini ya da panzehirini üretebiliyor ve nihayetinde varlığını idame ettiriyordu. Bugün durum bundan farklıdır.
Liberal demokrasi kapitalizme; sosyal demokrasi sosyalizme yakın görünse de gerçekte ikisinin birbirinden belirgin farkları yoktur. Her ikisi de orta sınıfı sistemin içine çekiyor, alt sınıfı sistem karşısında yalnız bırakıyor. Basit bir farkla: Sosyal demokrasi alt sınıfı biraz daha tatmin edecek sosyal politikalar önerirken liberal demokrasi bu sınıfa karşı daha mesafeli duruyor.
Sosyal demokrasi Batı Avrupa'da; liberal demokrasi Amerika, Kanada ve Avustralya'da ilgi gördü. Her ikisi de etkili oldukları alanlarda sosyalist tepkiyi kontrol altına almayı başardı; kapitalizme yönelik sosyalist itirazı bastırdı.
Batı, sosyalizme karşı sağlanan bu başarıyı çok önemsemekle birlikte sosyal demokrasinin büyük devletler açısından uygulanabilirliğini hep sorguladı. Sosyal demokrasinin sosyalist bağlar içinde getirdiği inançsız ortam, insanî yardım ve paylaşımcılığı Batılılar için kendi halkına karşı bile anlamsızlaştırdı. Kısmi de olsa “Paylaşım” diyen sosyal demokrasi inançsızlığı besleyerek kendi varlık zemininin altını kazıdı. Batı'nın sosyal demokrasiyi yaşatması sadece sosyalizmden duyulan korkuya kaldı. Sosyalizmin tamamen çökmesiyle Batı, sosyal demokrasiye daha da soğuk baktı; kendisine daha yakın bulduğu liberalizmi ise “çağın harikası” olarak ilan etti. Bu sistemi, burjuvayı tatmin edecek, orta sınıfı burjuvanın hizmetinde bulunduracak, alt sınıfı da küstürmeyecek, hakim sınıfla azınlığı bir arada barış içinde tutacak daha mükemmeli olmayan altın çözüm olarak sahiplendi.
Liberalizmi sahiplenen Batı, her şeyi çıkarı doğrultusunda kullanma karakteriyle kısa süre de bu sistemi, post modern sömürgecilik için araçsallaştırdı. “Kurtuluş” ideolojisiyle sosyalizme sarılıp sosyal demokrasiyle avunan azınlık toplumların “çağdaş liderleri”nin liberal demokrasi üzerinden Batı ile bağları sürdürüldü. Azınlık haklarından bugüne kadar söz etmeyen, azınlık liderlerine vize dahi vermeyen Amerika, geleneksel Batı'nın sınırları dışında kalan bütün coğrafyalarda azınlık yeni politikalarına yöneldi. Bu politikayı mezhep zeminine de taşıyarak Rusya etkisindeki Hıristiyan alanda Katolik-Protestan desteğine dönüştürdü, bununla Ukrayna'da netice almaya çalıştı. İslam âleminde de hem etnik hem mezhepsel azınlıkları kışkırtma ve büyütme yoluna gitti.
Batı, bu azınlık politikası sayesinde liberal demokrasi ile kendisini bütünlük içinde tutup dünyanın geri kalan kısımlarını yine liberal demokrasi ile parçalayabileceğine inanıyordu. Liberal demokrasi güçlendikçe Batı bütünleşecek, dünyanın diğer kısımları dağılacaktı. Bu bütünlük ve dağınıklık denkleminde Batı sonsuza kadar dünyanın hakim gücü olarak yaşayacaktı. Dolayısıyla Batı, kendi açısından son harikayı bulmuş, arayışında kemale ermiş, tarihin sonuna kendi lehine ulaşmıştı. Bu arayışın karşısındaki tek tehdit İslam'dı.
Post modern Batılı düşünürlere ve onlara inanan Pentagon uzmanlarına göre Müslüman toplumları liberal demokrasiden, daha çok özünden koparacak, Batı'ya bağlayacak ve içlerinde paramparça edecek bir reçete yoktu. Ulusal sosyalist diktatörlerin işkencehânelerinde İslam'dan kopmayan Müslümanlar, liberal demokrasinin “Bırakın yapsınlar” politikasının getireceği meyhanelerde İslam'dan kopacak, günahın ordularına dönüşecekti. Bu orduların üretilmesinde çavuşluk görevini eski sosyalistler üstlenecek, liberal demokrat Batı'nın hazır kıta gücü olarak İslam âleminin önemli bir bölümünde Batı lehine düzeni sağlayacaktı. Sosyalistlerin zayıf kaldıkları yerler ise kralların idaresinde tutulacaktı.
Bu politika İslam âlemini alt üst etti, baştan başa bir savaş alanına dönüştürdü. Dün İslam âleminden beslenen Amerikan sistemi, kralların kendisine verdiği destek de yetmeyince buradaki operasyonlara bütçe ayırmak durumunda kaldı. Batı'nın İslam âleminde yürüttüğü operasyonlar, liberal demokrasi ile ulaşılmak istenen “insanî yüzü” de kanlar içinde bıraktı. Batı'nın II. Dünya Savaşı'ndaki vahşetlerini örtme konusunda iş gören bu sistem, İslam âleminde iş görmedi. Sırtını liberal demokrasiye dayayan Batı, dışarıda operasyonu iyi yönetememişti. Liberal demokrasinin geleceği içeriye kalmıştı.
Hem liberalizm hem sosyal demokrasi alt sınıfların tatmin ve sükûnetinde önemli bir yere sahip olan dini ve dine dayalı ahlakı aşağıladı, “ezilmişler” olarak alt sınıfın her zaman sığınağını teşkil eden dindarlığa zarar verdi. Avrupa'da ve Amerika'da geçmişte kiliseye sığınan geniş bir kitle uyuşturucu ve cinsellik müptelası olarak şehir parklarına sığındı. Evlenme talebi Avrupa'da sıfırlanmaya doğru yol alırken Amerika'yı ürkütecek boyutta azaldı. Dışarıda Başarsızlığa uğrayan Batı, içeride de geleceğinden endişe duymaya başladı.
Ayrıca her ikisinin de dışarıya açıklık politikası çok sayıda göçmenin bu sistemlerin uygulandığı ülkelere yerleşmesine sebep olurken bu ülkelerde dışarıya karşı tepki üzerine oturan yeni bir milliyetçilik dalgası doğurdu.
Batı, bu hâl içinde henüz geçmiştekiler kadar hissedilmemişse de büyük bir krizle karşı karşıya kaldı. Ama geçmişten farklı olarak sistemin akademisi, bu kriz karşısında çözüm bulmaktan uzak görünüyor. Sistem artık yaşlandı, ne anti tezini ne de panzehirini üretebiliyor. Liberal demokrasinin de iş görmeyeceğinin anlaşıldığı bir zeminde kimse buna karşı yeni bir sistem önerisinde bulunamıyor. Batı, geleceğini göremiyor. Batı dışı toplumlar da Batı'nın artık Amerikan operasyonlarının sürdürülebilirliğini araştırmaktan başka bir iş görmeyen düşünce kuruluşlarının Batı'yı bu krizden kurtarabileceğine inanmıyor.
Batı, bugünden sonra kurtuluşunu gelecekte değil, geçmişinde arayacak. Batı'nın geçmişi ise İslam dünyasının geçmişinden farklı olarak karanlıktır. Batı'nın sosyal demokrasi ve sosyal liberalizme alışmış sıradan insanı kendisini yeniden ırkçılık ve Hıristiyan bağnazlık tehdidi altında görüyor, isyan ediyor ancak bu isyanını ideolojik bir temele oturtamıyor. Bu da Batı'da büyük bir bunalımın işaretleri olarak yorumlanıyor.
Trump'un seçilmesini ve buna karşı gelişen tepkileri bu kadar önemli kılan bu bunalım işaretleridir.