Batı'nın günümüzdeki uygarlığının temelleri zannedildiği gibi son birkaç yüzyıla dayanmıyor.
Aksine başlangıcını Osmanlı beyliğinin kuruluş sıralarına kadar götürmek mümkündür.
Batı'nın hem Endülüs hem de Yakındoğu Müslümanları ile teması, Müslüman Doğu'dan bilgi ve teknoloji iktibas etmesi ile neticelenmiştir.
Yönetim ve iktisat başta olmak üzere birçok organizasyon ve örgütlenme şekillerini özümseyip geliştiren Batı, kendi üretim ve yönetim modellerini ortaya koymuştur.
16. yüzyılın sonlarında Avrupa'da meydana gelen coğrafî keşifler ve ateşli silahlar konusundaki teknolojik gelişmeler, Batı-Doğu(Osmanlı) rekabetinde Batı lehine bir sürece evirilmiştir.
Esasen bilim, teknoloji, kültür ve medeniyet; değişik kültür ve medeniyetlerle çok sağlıklı temas ve alışverişlerle gelişir; terakki ve tekâmül eder.
Peygamber(SAV)'in “İlim Çin'de de olsa arayınız!” hadis-i şerifi ile Bedir Savaşı sonrası müşrik esirlere, on kişiye okuma yazma öğretme karşılığı hürriyet va'detmesi, meseleyi özetler niteliktedir.
Osmanlı'nın yükselme döneminde birçok farklı inanç, etnik ve mezhepsel topluluğu bir arada tutabilmesinin hikmeti de bu olsa gerektir.
Molla Güranî, İbn-i Kemal ve Ebussuûd gibi âlimlerin çağlarına göre ilerici yorumları, Osmanlı Medeniyeti'ni zirveye taşımıştır.
Kanuni sonrası döneme denk gelen ictihad başta olmak üzere her alandaki donukluk, Osmanlı'nın Rönesans ve Reform gibi hareketlerle bilim ve teknolojide mesafe kat eden Avrupa karşısında duraklamasına neden oldu.
Buna Osmanlı'nın “Kefere-i Fecere” diyerek tahkir ettiği ve savaş meydanlarında sürekli yendiği Batı'nın ilim ve hikmette ileri gidebileceğine ihtimal vermemesi de eklenince, günümüz İslam Dünyası'nın mevcut hal-i pür melali ortaya çıktı.
17. yüzyıla denk gelen bu durağanlığa Koçi Bey başta olmak üzere birçok aydın ve düşünür yazdıkları lâyiha ve risalelerle çözüm bulmaya çalıştı.
Bunların tamamı da “Osmanlı'nın kurtuluşu, Kanunî'ye yani yükselme dönemine avdet etmesi ile mümkündür” esasına dayandığı için sadra şifa olamadı maalesef.
Çünkü Kanunî'nin ortaya koyduğu her alandaki terakkiyat, kendi çağının ihtiyaçlarını esas aldığı için, sonraki problemlerin hal çaresi olmaya yetmiyordu.
Yapılması gereken şey esasen belli idi:
Kur'an-ı Mübin'de sürekli dikkat çekilen akletme, tefekkür, tedebbür, tezekkür mekanizmalarını sürekli canlı ve zinde tutarak ictihadî donukluğa saplanmamak.
Ayrıca Batı'nın sahip olduğu bilgi birikimi ve teknolojisini iktibas etmek ve bunları geliştirerek bunlara yön verecek bilim adamları yetiştirmek.
Bunlar yapılmayınca Osmanlı aydını ne yapacağını bilemez bir halde geriye dönüşten ifrat noktasına saptı ve Batı'yı körü körüne taklide başladı.
Böylelikle Osmanlı, özgünlük ve değerlerinden hızla uzaklaşmaya başladı.
Her alandaki üstünlüğünü Batı'ya kaptıran Osmanlı ve Osmanlı'nın şahsında İslam Dünyası, kendine olan güven duygusunu kaybetti.
İslam Dünyası'ndaki ihya hareketlerinin başarılı sonuçlar vermesinden aşırı huzursuz olan Batı'nın son dönemlerde özgüven tazelemesi yaşayan lider, hareket veya devletlere yönelik açıktan düşmanlığının ana sebebi budur.
Bu düşmanlık karşısında takınılması gereken tavır ve alınması gereken tedbirler konusuna yönelik âcizane kanaatlerimizi ise başka bir yazıya bırakalım.
Selam ve dua ile…