Batıcı liberalizm, henüz 1980'den sonra “bütün bireysel hakların güvencesi” diye gelmişti Türkiye'ye.
Halk, Batıcı liberalizmin ne olduğunu bilmiyordu; yöneticilerin bir kısmı ise onu istemiyordu ama Batı'nın dayatmasıyla sineye çekiyordu.
O bir avuç yönetici ve ulusalcı kesim bir yana herkes bir anda liberal oluverdi Türkiye'de. Liberal olmasa da hak ve özgürlüklerden söz eden herkes liberal diye tanındı. Kampanya büyüktü, liberalizme karşı çıkmak insanlığa karşı çıkmak gibi bir suçtu.
Liberalizmin balonu Batı'ya ait her hususta olduğu gibi İslamî haklar konusunda söndü. Liberal baronlar, özgürlükler adına her tür hakka sahip çıkarken İslamî kesimin haklarına gelince bir anda Batı'dan yana durdu. Bu duruş, bilmeyenler için bir sırrı teşhir etti: Liberalizm için Batı yanlılığı esastı; özgürlükler ise Batıcılık için bir araçtı, Batıcılığa hizmet etmek için vardı.
Türkiye'deki durum bu teşhirin anlaşılmasını güçleştirse de Filistin ve Mısır'da yaşananlar liberallerin nasıl özgürlükçüler olduğunu bağıra çağıra ilan ediyordu. Türkiye'deki duruşlarını darbe karşıtlığı üzerinden izah eden ve İslamî kesimin desteğini bununla kazanmaya çalışan liberaller, Gazze'deki hukuksuzluklar karşısında yüzeyden HAMAS karşıtı, el-Fetih yanlısı; derinden israil yanlısıydılar. Lafları ağızlarında geveleye geveleye HAMAS'ın seçim kazançlarını yok sayıyorlardı.
Mısır'da yaşanan Sisi diktası darbesi ise liberallerin özgürlük balonlarını büyük bir gürültüyle patlattı. Düne kadar özgürlük diyen, darbe karşıtlığı diyen liberaller söz konusu olan İslamî kesim olunca özgürlük düşmanı ve darbeci kesildi.
İslam dünyası için proje ortak olunca Türkiye için de aynı günlerde liberal balonlar patlamaya başladı, düne kadar özgürlük yanlılığı ve darbe karşıtlığı yapan liberaller alttan alta darbe imasında bulundu.
Nihayet 15 Temmuz Darbe Girişimi ile Türkiye'de Batıcı liberallik kendisini kendi elleriyle gömdü. Şimdilik ancak internet sitelerinde yazabilen birkaç dinozor yazarı vardır Batıcı liberalizmin. Arada bir “Tanrımız ABD, sizin için gazaba geliyor, kıyametinize hazırlanın!” diye tehditler savuruyorlar bütün Türkiye'ye. Hâlâ bir miktar ayrıcalıklılar, söylediklerinden dolayı ajanlık, tehdit ve şantajla suçlanamıyor, mahkeme kapılarında sürünmüyorlar ama etkili değiller.
Ne var ki Batıcı liberalizmin her iki bileşeniyle “Batıcılık” ve “liberalizm” olarak hakiki manada tarihe karışması, halkın da bütün kesimleri ile Batı'ya ve liberalizme umut bağlamasına yol açan sorunların ortadan kalkmasıyla mümkündür.
Bunun karşılığı bizde hak hukuk dairesinin gözlerin dışarıya bakmasını engelleyecek şekilde kendi değerlerimiz ve kurumlarımız üzerinde gelişip işlemesidir. Kimsenin artık, “İçeride adalet yok, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitsek de hakkımızı alsak!” demeyeceği bir mekanizmanın inşasıdır. Değerler sistemimizin en güçlü şekilde ihyasıyla hak arayanlar için akla ilk gelen başvuru kapısına dönüşmesidir.
Vaziyet henüz buna uzak: Hâlâ gencecik bir tıp öğrencisi, bir memurun sadece onun dindarlığına bakarak “Bu güvenilir değildir” demesiyle doktorluğunu icra etmekten alıkonabiliyor. Hâlâ yüzlerce kişi 28 Şubat Cuntası'nın mağduru olarak içeride tutulabiliyor veya 28 Şubat ve uzantılarının tutanakları ile “terörist” olarak görülebiliyor, pek çok hakkından mahrum yaşıyor. Kapitalist biri, küçücük semtinizi size zindan edecek sözde yatırımlar, gerçekte işgaller yapabiliyor.
Buna karşı hiçbir mekanizma işlemiyor ve söz konusu adalet arayışı iken gözler ister istemez uzaklara bakıyor. Pek çok kişi içten içe, Batı'nın sözü geçse de bize sahip çıkıp bu hukuksuzlukları giderse diye düşler kuruyor.
Bu düşlerin önüne geçmek elbette Batıcı liberalizmi her iki bileşeniyle tarih çöplüğüne gömmek isteyen konum sahiplerine düşüyor.
Unutmamak gerekir ki adalet mekanizması içeride işledikçe gözler dışarıya bakmaz, kalpler dışarıya bağlanmaz, umutlar dışarının müdahalesine işlemez.