Fransa çok fazla gündemde; ama aslında bir süredir Avrupa’nın birçok ülkesinde İslam karşıtı söylemler daha yüksek sesle dile getiriliyor.
Müslümanların yaşam tarzına müdahale etmek için adımlar atılması, kanunlarda değişikliklere gidilmesi bir yana, tehditler ve fiili müdahaleler de artıyor.
Müslüman kadınlara saldırılar, camilerin yakılması, hakaret ve tehdit içerikli mesajlar…
Popülizm birçok şeyi esir almış durumda.
Bu arada “Avrupa ortak değerleri”nin nereye gittiğini ya görmek istemiyorlar ya da görmezden geliyorlar.
Öyle ya Avrupa Birliği dört temel değer üzerine kurulmuştu: Barış, birlik, eşitlik ve özgürlük. Maastrich Antlaşması ile kayıt altına da alınan bu değerlere göre milliyet, nüfus, zenginlik gibi farklılıklar eşitliğe engel olacak şeyler değildir.
Zenginlik ve refahın dağılımı elbette önemlidir; ama asıl önemli olan “barış” ilkesidir ki, bu Avrupa’yı bir arada tutmaktadır.
Geçtiğimiz yüzyıla iki dünya savaşı, milyonlarca ölü, harabeye dönmüş şehirler bırakan Avrupa için “barış”ın bozulması düşüncesi kadar büyük bir kabus olamaz.
İslam düşmanlığının faşizmi dirilttiğini fark edemeyenlerin kabuslardan kurtulmak için yapay birlik simülasyonlarından medet umması acziyetin göstergesidir.
Toz dumanın arasından kafasını çıkaranların gördüğü manzara dehşet vericidir.
Barış ve birlik tehlikededir.
Geçenlerde Almanya Dışişleri Bakanı Maas, Avrupa'nın güvenliği açısından en büyük tehlikenin, uluslararası bağlantıları güçlenen aşırı sağcılık olduğunu ifade etti.
Aşırı sağın nasıl güçlendiğine en iyi örnek de faşist Le Pen’den daha faşist söylemlerle gündeme gelen Macron ve ekibinin yaptıklarıdır.
Mesela şu örnek.
İçişleri Bakanı Darmanin, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürlerin çocuklara gösterilmemesini istemenin baskı olacağını iddia etti.
Daha da ileri gitti Darmanin.
"İfade hürriyeti konusu işlenirken, bir öğretmene “bu tip karikatürleri kullanma” denildiğinde, bu tür bir baskının cezai yaptırımı olacaktır. Bu suçtan yargılanıp da hüküm giyen yabancılar sınır dışı edilebilir."
“Fransa’da hiçbir düşüncenin açıklanmasına engel olunmadığı için her türlü engel ve yasağa karşıdırlar” diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
Fransa’da, hatta Avrupa’nın büyük kısmında “Ermeni soykırımı yoktur” demek suçtur.
Hayır, burada soykırım, tehcir, büyük felaket gibi kavramları ve hangisinin gerçekten yaşandığını tartışmıyoruz. Bu konuda oluşturulmuş yargının dışında farklı bir görüş beyan edilemeyeceğini, bunun suç sayıldığını ve buna rağmen birilerinin “düşünce özgürlüğü” gibi bir olgudan söz etmesinin ne kadar saçma olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Bırakın Yahudi soykırımı hakkında laf etmeyi işgalci Siyonist rejim aleyhine yapılan açıklama ve yayınlar bile suçtur. Kaldı ki, soykırım iddialarının abartıldığını ya da soykırım lobisinin mevcut soykırımcı zihniyetleri ve uygulamaları meşrulaştırmaya çalıştığını söylemenin neden suç sayıldığını izah edemezler. Roger Garaudy’nin “İsrail, Mitler ve Terör” isimli kitabından dolayı başına neler geldiğini bilmek ve bazı kavramları ona göre sorgulamak gerekir. Eserin ancak kişisel imkanlarla yayınlanabildiğini, yayıncı ve mütercimlerin tehdit edildiğini, en yakın dostlarının onunla görünmekten korktuğunu, medya linçine maruz kaldığını biliyoruz. Ve Garaudy’nin başına bunlar sadece fikirlerinden dolayı geliyordu.
Tabii tüm bu baskıların Garaudy’nin ilan ettiği “Müslüman kimliğinden bağımsız” olduğunu düşünmek doğru değil.
İslam düşmanlığını farklı maske ve kılıklarda yaptığınızda “düşmanlık” fikrini güçlendiriyor, faşizme hayat suyu veriyorsunuz.
İngiltere’den sonra Frexit fikrinden söz eden faşistlerin Fransa’da, Wilders gibi yaratıkların Hollanda’da, AfD gibi siyasi fikirlerin Almanya’da güçlenmesi ve yönetime gelmesi durumunda kimse “barış, birlik ve özgürlük” ilkelerinden söz edebilecek mi?
Macaristan ve Polonya’nın durumu ortada.
İskandinav ülkelerinde ırkçı kıpırdanışlar artmış durumda.
Avusturya’da ise iktidardaki Sebastien Kurtz’un koalisyon ortağı faşistliğini gizleme gereği duymayan bir parti idi.
Adım adım parçalı bir Avrupa’ya doğru gidiliyor ki, bunun bir adım sonrası eskilerinden çok daha yıkıcı olacak bir savaştır.
Avrupa Birliği fikrinde olanlar, Karabağ’ı işgal eden Ermenistan’a verilen desteğin de, Doğu Akdeniz’de Rumlara arka çıkılmasının da “aşırı sağ” düşünceyi güçlendirdiğinin farkına varamıyorlar.
Irkçılık hiçbir zaman birlik ve barış fikrine yakın olmaz. Bunu tecrübe etmek için yeniden “dünya savaşları”na ihtiyaç olmasın.