Şu bir gerçek ki Tanrının varlığı, tabiatüstü bir güce inanma, kutsalın değeri, ölümden sonraki hayat, ilahi adalet, ilahi adaletin günün birinde muhakkak tahakkuk edeceği yönündeki inanç, daha anlamlı ve ahlaki bir hayat arayışı, bunların tümü modern toplumda insanların pek aramadığı, aramaktan uzak tutulduğu ama cevaplarını bulup ona göre yeni yol haritaları tespit etme ihtiyacını şiddetle duyduğu sorulardır. Tuhaf olan şu ki sosyal hayat söz konusu olup da bunlar dinle ilişkilendirildiğinde durum değişmektedir. Tanrının varlığına inandığını, kutsalı aradığını, ilahi adaletin muhakkak gerçekleşmesi gerektiğini, bu dünyanın yanlış gittiğini söyleyen insanlar sıra bunları açıklamaya, anlamaya, ete-kemiğe bürümeye geldiğinde mesafe alamıyorlar. Mesela kuzey ülkelerinde kiliseye gitme oranı %10'ların altında. Burada dine bağlılığı, kiliseye gitmeyle ölçtüğümüzde oran çok düşük çıkıyor, fakat şunun altını çizmek gerekir: İncil okuyup haftada bir gün kendi evinde veya kulüpte toplanıp dini sohbet yapan "kilisesiz" insanların sayısında bir artış var.
Belki burada altını çizmemiz gereken bir husus belirginleşiyor: Batılı insan geçmişte kendini kuşatan dini kurumdan ve yaşadığı tarihsel tecrübeden dolayı hiçbir zaman somut olarak dinle karşı karşıya gelmek istemiyor, ama kurumsal dinle de uyuşamıyor. Ne kendini bu kuruma bağlamak ne de tarihsel tecrübenin tekrar edilmesini istiyor. Dolayısıyla görünürdeki dini hayattaki yükseliş, kurumsal ve örgütsel bir dine doğru değil; bireysel bir dine doğru gidiştir. Ayrıca insanlar geleneksel formunda değil de modern hayatla uyumlu bir din istemektedirler.
Din konusunda çoğu kişinin düşündüğünün aksine ABD'ye nazaran, Avrupa'dan daha ümitli olunabileceğini sanıyorum. Bediüzzaman Said Nursi, Hıristiyanlığın "tasaffisi"nden, yani teslisten, kilisenin tahakkümünden ve pagan etkilerden temizlenmesi, aslına dönmesi diye bir kavramdan bahseder.
Gözlemyebildiğimiz kadarıyla Avrupa'da dine dönüş veya dinin önem kazanması iki mecrada gelişiyor. Birisi entelektüel ve ahlaki bir mecra ki, bu Said Nursi'nin Hıristiyanlığın tasaffisi dediği olguya denk düşer. Ben buna "Batılı insanın hanifleşmesi" denebileceğini düşünüyorum. Bu mecradaki dine dönüş hareketleri de iki noktada toplanabilir.
a) İncil'e, kutsala, dine ihtiyacın olduğunu ancak bu ihtiyacın kilise ve kilisenin tarihteki tecrübesinden hareketle, ataların bıraktığı mirasla karşılanamayacağı düşüncesi. Dini yücelten, önemini vurgulayan bu düşünce, dini hayatı kilise üzerinden tasarlamak istemiyor. Elde varolan verili dünya doğru bir dünya değildir; başka bir dünya mümkündür ve bu dünya, dinin evreninde kurulacaktır. Bunu en iyi ifade eden de eski Çek Cumhurbaşkanı Vaslav Havel'dir. Havel, son 500 senedir Batı sekülarizminin tasarrufunu üstlendiği modern dünyanın mümkün olmadığı tezini savunuyordu. Allah'a ve kutsal kitapların öğretilerine rağmen hayat mümkün değildir. İşte ben bunu "haniflerin arayışı" olarak görebileceğimizi düşünüyorum. Ana temalar Tanrı'nın varlığı, başka bir dünya, kutsala dönüş, metafizik veya kendi ifademizle müteali/aşkın olanı bulma, yüksek ahlaki bir hayat, anlam ve amaç arayışıdır. Bu arayış, entelektüel ve ahlaki bir arayıştır ve saydığımız ana temalar etrafında dönmektedir.
b) Kültürel ve politik bir kaygının varlığının bilinç düzeyinde belirginleşmiş olması. Bundan önceki Papa Benedikt XVI. her iki arayışın da farkındaydı. Hem bu iki arayışı bir mecrada toplamak hem de Avrupa'yı din ve kutsal mihverinde yeniden inşa etmek istiyordu.
Papanın, Avrupa'da en çok anlaştığı ve sevdiği siyasetçinin Fransa'nın eski cumhurbaşkanı Sarkozy olması da tesadüfi değildi. Entelektüel Hıristiyanlığa dönüş ve arayışın nasıl pratik hale dönüşmekte olduğunu göstermesi bakımından, hem Papa hem de Sarkozy iki önemli örnekti. Papa 80. doğum yıldönümünde şöyle bir konuşma yapmıştı: "Yaşam tarzımız, hepimizin dâhil olduğu tarihimiz, yoksulları soydu ve soymaya da devam ediyor. Karl Marks'ın, modern insanın yabancılaşmasıyla ilgili tahliline katılıyorum, fakat Marks meselenin özünü yakalayamamıştı. Nasıralı İsa bunun farkındaydı. Zengin ülkeler, Afrika'yı ve diğer yoksul bölgeleri yağmalıyor ve zenginliklerini bu yağmayla elde ediyorlar. Uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı ve seks turizmi birçok kişiye eza çektiriyor. Materyalist bolluk dünyasında ellerimiz bomboş kalıyor; bu dünya mümkün değildir." Sarkozy de Roma'yı ziyaretinde Papa ona Fransa'yı, Kalvenizm mezhebinden Katolikliğe dönüştüren IV. Henry ödülü verdi. Bu toplantıda Sarkozy bir konuşma yaptı. Aslında bu konuşma, Sarkozy'nin cumhurbaşkanı olmadan önce yazdığı, "Cumhuriyet, Dinler ve Ümit" adlı kitabının özetiydi. Sarkozy diyordu ki: "Laikliğin, Fransa'yı Hıristiyan köklerinden ayırmaya gücü yetmeyecektir. Bunu yapmaya kalkıştı, yapmaması gerekirdi. Tarihini, dini, manevi ve ahlaki mirasını görmezden gelen bir milletin, kendi kültürüne karşı suç işlediğini düşünüyorum. Kökü çekip atmak, milli kimliğin çimentosunu zayıflatmaktır. Kırsal bölgelerdeki kiliselerin cemaatsiz kalmasının, papaz kıtlığının, Banliyölerdeki manevi çöllüğün Fransızları daha fazla mutlu etmediğini düşünüyorum. Ümitli insanların çok olması cumhuriyetin çıkarınadır. Ümit, dinle elde edilir. Sonsuzluk arzusunu karşılayan bir ümide dayanmayan laik ahlak, her zaman tükenme veya radikalleşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. İlahi bağlardan yoksun bir ahlakın, tarihi olasılıklara ve kolaycılığa daha açık olduğu söylenebilir."
Son olarak da, Fransız laikler ile cumhuriyetçilerin isyan etmelerine sebep olan şu sözleri sarf etti: "İnanmayanlar, her türlü hoşgörüsüzlükten ve zorlamadan korunmalıdır; ancak inanan insan, aynı zamanda umut eden insandır. Birçok erkek ve kadın umut etmektedir; bu sebepten pozitif bir laiklik dilemekteyim. Yani fikir özgürlüğünü, inanma ve inanmama özgürlüğünü koruyan, dinleri bir tehdit değil; bir koz olarak kabul eden bir laiklik. Her insanın fikrinde ve kalbinde olan, insanı köleleştirmeyip özgürleştiren, sınırsız kibre ve insanların çılgınlığına siper olan bir Tanrı inancına ihtiyacımız vardır. Fransa'yı Katolik köklerinden koparıp atamayız. Fransa, tarihi köklerine dönecekse, bunu Katoliklikte bulmak zorundadır."
Sarkozy, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkıyordu. O'na göre Türkiye, Avrupalı olmadığı için, İslam dünyası ve Akdeniz ülkeleriyle birlik kurmalıdır. Sarkozy laikliği, Fransa'da tartışmaya açan, Fransa'yı tekrar Hıristiyan kimliğine davet eden ve Katolikleştiren kişi oldu. Vaslav Havel, "Yeryüzü gezegenini, 500 yıldır, modern dünyanın insanları devraldı. O güne kadar geleneksel insan yeryüzü gezegenine hiçbir zarar vermedi; çünkü dinlerin evrenindeydi, dindar insanlardı. Kutsal olmaksızın bir hayat, bir medeniyet kurmak mümkün değildir" diyordu. Avrupa'da ve dünyada Hıristiyanlık, özellikle de Katoliklik bunun farkında. Avrupa, hem ahlaki arayışı hem de politik yeni bir doğuşu aynı mecrada toplayabilir. Hiç kuşkusuz bu, Amerika'nın, küresel modernliğin bize sunmakta, hatta empoze etmekte olduğu dindarlıktan çok farklı bir şeydir. Çünkü Amerika küreselleşmesinin getirdiği dindarlık, dini içinden çürüten, boşaltan bir sahte bir dindarlıktır.
dünyabülteni