Askerlik mesleği stresli bir meslektir. Sürekli emir altında olan, emir almaya alışmış, şefkat ve merhamet duygusu zayıf olan kişilikler ortaya çıkarır. Bunların bir kısmı askerlik mesleği icabı hoş görülebilir. Ama bunu sivil normal hayata uygulamaya kalkıştığınızda kaos ve karışıklık ortaya çıkar. Çünkü insan tabiatı gereği özgür hareket etmeye meyillidir. Elbette insan hayatında kurallar ve disiplinler olmalıdır. Toplumların varlığını idame ettirmesi için bunlar gereklidir. Bu kurallarda toplumların inanç ve ona bağlı olarak gelişen kültürüne uygun olursa, o toplum rahat eder ve gelişme gösterir. Ama askeri disiplini -üstelik halkın inanç değerleriyle de ters ise- sivil hayata uyarladığınızda normal insanların hayatını cehenneme çevirmekle kalmaz, toplumun psikolojisini bozarsınız.
Bundan dolayı İslam dünyasında, sürekli halklarını baskı altında tutan, askeri bir disiplin ile yönetmek isteyen, her hareketlerini kontrol eden, adeta insanlara kan kusturan, Batılı devlet ve istihbarat örgütleri ile organizeli çalışan bu militer yönetim ve anlayışlar bir anlamda halkı kötürüm etmişlerdir. Sık sık askeri darbelere maruz kalmış, ya da devamlı ezilmiş, bastırılmış, her türlü değeri horlanmış bir toplumun fertlerinden, hangi alanda başarı bekleyebilirsiniz. Üstelik bunların müsebbipleri olan Batının işbirlikçileri, Müslüman toplumların geri kalmışlığını, utanmadan sürekli İslam’a mal etmeye çalışmaktadırlar. Bir asırdan beridir İslam’ın devlet ve Müslüman toplumlarının hayatından uzaklaştırıldığını bilmelerine rağmen, kendi başarısızlıklarını bu şekilde örtmeye çalışmaktadırlar.
Bunun yanında İslam ülkelerindeki ordular, halkın değerleriyle tamamen ters düşen Batının değerlerini referans alan ve bunları korumanın teminatı olarak kendilerini gören bir anlayışa sahiptirler. Çünkü kuruluş itibariyle, yapıları bu şekilde kurgulanmıştır. Halkın inanç ve değerlerine uygun bazı düzenlemeler yapılmak istendiğinde şiddetle karşı çıkarlar. Batılı ülkelerde, bu orduların yapısını kendi çıkarları için uygun gördüklerinden bu sistemin devamından yana tavır koyarlar.
Bunun en bariz örneği de geçenlerde Avrupa Parlamentosu'nun (AP), “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) laik yapısının korunması gerektiği” yönündeki raporudur. Bu resmen Avrupalıların iki yüzlülüğünü gösteren bir rapordur. Bir ordunun görevi ülkesinin güvenliğini sağlamaktır. Halkın neyi benimseyip, neyi benimsemeyeceği o halkın tercihine bağlıdır. Avrupa normları da normalde bu yöndedir. Ama söz konusu kendi çıkar ve değerlerinin korunması olunca o savundukları demokrasi, halkın iradesi, özgürlük, insan hakları ile ilgili normların hepsi hikaye oluyor.
Doğudaki özellikle İslam dünyasının gelişememesinin en önemli sebeplerinden birisi de, yukarıda belirtiğimiz anlayışa sahip askeri yönetimlerin işbaşında olması veya sivil idareyi kontrolleri altında bulundurmalarıdır. En demokratik diye bilinen İslam ülkelerinde bile nihai karar yine ordunun veya onun uzantılarınındır. Eğitimden tutun ekonomiye kadar her işe burunlarını sokarlar. Belki de tek yapmadıkları görev, asli görevlerinden olan, kendi ülkelerine dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı koyabilmektir. Bu sözde anlı şanlı ordular, Batı orduları karşısında kartondan kaplana dönüşüveriyorlar. Nasıl perişan olduklarının en güzel örneği Saddam’ın ordusudur. Halbuki halkına karşı ne kadarda zalim gaddar ve acımasızdı. Nasılda kahramanca nutuklar atıyorlardı. Ne kadar da şanlı! bir orduydu. ABD’nin saldırısı karşısında esamesi bile okunmadı. Bu ordunun var olup olmadığı bile anlaşılamadı. Keza 6 gün savaşlarında Arap ordularının bir avuç Siyonist İsrail ordusu karşısında darmadağan olmaları ve rezil olmaları bunun örnekleridir. İslam ülkelerinde ki ordularının genelinin karakteristik yapısı, kofluğu böyledir. Kendi halklarına hava atan bol yıldızlı generaller, ABD’nin alt düzeydeki bir generali karşısında bile nasılda süt dökmüş kediye dönüyorlar.
Zaten İslam dünyasındaki orduların ve onların anlayışındaki yöneticilerin temel görevi, kendi ülkelerinin güvenliğinden ziyade, Batının çıkarları için kendi halklarını kontrol etme vazifesini gören birer araçtan başka bir şey değildir. bunu da kendileri ifade ediyorlar. Sık sık Batı çağdaş(!) değerlerinin yılmaz koruyucusu olduklarını gericiliğe (gericilikten kastettikleri halkın inanç ve değerleridir.) şiddetle karşı olduklarını, gördükleri yerde başını ezeceklerini göğüslerini gere gere söylerler. Siz hiç Batılı bir generalin, kendi halkının inançlarına böyle küstahça hakaret edip tehdit ettiğini gördünüz mü veya duydunuz mu? Bir general böyle bir şey söylesin, anında sivil yönetimler tarafından kapı önüne bırakılırlar. Halk bunların yüzüne bile bakmaz. Ama söz konusu İslam ülkeleri olunca, sivil(!) yönetimler bile ayakta alkışlarlar.
Batılı ülkelerin aleyhine, Müslüman halkların lehine bir durum geliştiğinde, orduların darbe yapmaları boşuna değildir. Batılıların çıkarlarını korumak onların temel görevleridir. En güzel örneği de İran’da İslam devriminden önce Pakistan, devrimden sonrada Türkiye’de askeri darbelerin yapılması, Saddam’ın sudan bahanelerle İran’a saldırması, rasgele ve boşuna değildir. “ABD’nin çocukları” efendilerinin başı her sıkıştığında, kendilerine verilen görevleri bu şekilde başarıyla yerine getirmektedirler.
Ancak son dönemlerde İslam ülkelerinde meydana gelen gelişmeler, umut verici gelişmelerdir. Askeri kılıklı veya kökenli yönetimlerin ve diktatörlerin bir bir gitmesi veya etkilerini yitirmeye başlamaları, buna karşılık halkların bu despot yönetimlere cesaretle karşı çıkıp ayaklanmaları, daha önceki korku ve sinmişliği üzerlerinden atmaları önemli gelişmelerdir. Bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı muhakkaktır. Batılı emperyalistlerinde yeni duruma göre pozisyon alacakları ve yeni oyunlar geliştireceklerini beklemek gerekir. Hatta olayların istedikleri gibi gelişmemesi durumunda, zora başvuracaklarını beklemek hayal değildir. Çünkü içinde bulundukları refah ve gelişmişliğin en önemli kaynağı, doğunun özelliklede İslam dünyasının başta petrol olmak üzere zenginlik kaynaklarıdır. bunun yanında bu ülkelerin kendileri için, mallarını sattıkları önemli pazarlar durumunda olmasıdır. Dolayısıyla da kolay kolay bunu elden bırakmak istemeyecekler. Bu da yakın gelecekte önemli gelişmelerin yaşanacağını bize göstermektedir. Umarız ki bu gelişmeler Müslüman ve mustaz’af halklar için aydınlık bir gelecek olur.