“Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.” (Kızılderili atasözü)
Bugün ümmet coğrafyası olarak birbirimizi yiyip bitirdiğimiz çatışmalar, küfrün üzerimizdeki şeytani planlarının birer sonucudur. 19.yy'ın sonları ve 20.yy'ın başlarında İngilizlerin Ortadoğu diye isimlendirdikleri ümmet coğrafyası üzerindeki operasyonların devamıdır. İngilizlerin zayıflamasıyla ne yazık ki bu planlar akim kalmamış, Amerika ve diğer batılı güçler tarafından peyderpey hayata geçirilmiş ve geçirilmeye devam etmektedir.
Bu planların bir sonuç ve devamı olarak Kürtler, dört parçaya ayrılarak laik, faşist yönetimler tarafından asimilasyon, red ve inkâr politikalarına tabi tutuldu. İnançlarından, dillerinden koparıldı. Kürtlerin ıstırap, feryat ve figanlarını ümmet duymadı, görmedi, ilgilenmedi. Ulusal, milliyetçi politikalara, devletin maslahat ve menfaatlerine feda edildi.
Ama batı, pusudaydı, tetikteydi. Feryat ve figanları duydu, gördü, sahiplendi. Ümmet coğrafyasına ektiği zehirli tohumların büyüyeceğini ve sonuçlarının neler olacağını pekâlâ biliyordu. Arap kabile ve aşiretlerine dahi devlet kurdurtan İngiliz aklı, 30-40 milyonluk (bugünkü tahmini rakam) nüfusa sahip Kürtlere devlet kurdurtmadı. Bu büyük bir çelişki ve şeytani plan değil mi? Bu koca nüfus, dört devlet tarafından acımasız bir şekilde cendereye tabi tutulacak ve bölge rahat yüzü görecek? Bu mümkün değil… İşte İngiliz aklı bunu görüyordu, anlıyordu ama Ümmet, devletler, yönetici ve idareciler bunu anlamadı, anlamak istemedi. Ve sonuçları her tarafta kendini gösterdi.
Şeyh Said Kıyamı, Berzencilerin hareketi, Melle Mustafa Barzani, Kadı Muhammet ve MahabatDevleti bütün bunlar bu zehire karşı vücudun verdiği bir tepkiydi. Batı, bu fırsatı iyi kullandı. Kendisiyle aynı zihniyet ve düşünceyi sahiplenen komünist, solcu, sekuler Kürtlere sahip çıktı, parlatıp cilaladı, özgürlük savaşçısı olarak lanse etti. Efendiliğini kabul etmeyenlere karşı silah olarak kullandı. Ama kendi düşüncesiyle çelişen, kendi efendiliğini kabul etmeyen Müslüman Kürdü ise hain ve terörist ilan etti. Laik-milliyetçi Türk, Arap ve Fars yönetimlerinin inisiyatifine terk etti.
İşte bugün PKK ve PYD'nindurumu da bu politikalarının devamı ve sonucudur. Bir taraftan, Avrupa tüm devletleriyle, Amerika para ve silahıyla, Rusya ise siyasi ve hayat kurtaran son hamleleriyle PYD'yiadeta paylaşılmayan çocuk haline getirildi.
Hayrola beyler bu Kürt sevgi ve muhabbetiniz nereden geliyor?
Dün Halepçe'de binlerce Kürt kimyasallarla katledilirken neredeydiniz? O kimyasalları Saddam'a kim verdi?
Bugün PKK-PYD'nin efendiliğini kabul etmeyen Kürtler vahşice öldürülürken, evleri yakılırken, evlerinden-yurtlarında göç ettirilirken neden sesiniz çıkmıyor, yoksa bunlar Kürt değil mi...?
...
Dün ve bugün çektiklerimiz Batı'nın politikalarının sonucudur. PKK-PYD benzeri oluşumlara hayat veren, çıkış ve varoluş nedeni ne yazık ki Türkiye, Suriye, Irak ve İran'ın yürütmüş olduğu politikalarıdır. Yürürlükteki bu şeytani planları akim bırakmanın yolu kendimize ait politikalarımızın yürürlüğe konmasıdır. Kürtleri dışlayarak, red ve inkâr ederek PKK'den ve Batı'dan kurtaramayız. Sahiplenerek, kardeş görerek, Allah'ın yaratılıştan verdiği hakları şartsız, pazarlıksız vererek ancak kurtarır, kazanır ve bu belayı ancak defedebiliriz.
PYD de kendisine yapılan bu cici çocuk muamelesine kanmasın. Yarın işi bitince efendileri tarafından bir paçavra gibi atılacaktır. İspat istiyorsa tarihe bakması yeterli olacaktır.