Son on yılın en önemli olaylarından/komplolarından biri, kuşkusuz Danıştay Saldırısı/komplosudur. Yakın tarihteki Teğmen Kubilay tertibini andıran sinsi bir girişimdir.
Bununla hedeflenmek istenen, mazlum halkın kazanımlarını yok etmek ve ideolojik oligarşinin hakimiyetini tesis etmek ya da var olanı muhkem hale getirmek.
Kurgu, kumpas ya da mizansen -ne derseniz deyin- son derece iyi hazırlanmıştı. Başörtüsünün serbest kalmasına onay veren düzenlemeyi iptal eden Danıştay üyeleri vurulacak, ardından planın diğer parçası olan aktörler devreye sokulacaktı.
Aynen öyle oldu. Silahlı saldırının hemen sonrası Danıştay başkan vekili Tansel Çölaşan devreye giriyor ve kameraların önünde saldırganın “Allahu Ekber, ben Allah’ın askeriyim!” dediğini büyük bir şevkle anlatıyordu.
Ardından Cumhurbaşkanı Necdet Sezer devreye giriyor ve Çölaşan’ın tam da bıraktığı yerden devam ediyordu:
“Bu saldırı ile Atatürk Cumhuriyeti, laik cumhuriyet hedeflenmiştir” tarzı 80 yıllık bildik nakaratları tekrarlıyordu.
Hemen sonrasında hayatını kaybeden Danıştay ilgili dairesinin başkanının cenaze töreni, Cumhuriyet mitinglerinden birine dönüştürülerek iktidardaki partinin İslamiliği üzerinden dindar insanlar hedef tahtasına oturtuluyordu.
Sevindirici olan taraf, Ak Parti yetkililerinin sabrı ve Müslüman halkın duası sayesinde komplo boşa çıkarılmış ve katı laikçi zorbaların hedefledikleri meş’um sonuç hasıl olmamıştı.
2 Kasım Cumartesi günü Batman’da sahneye konan plan, yukarıdaki komplonun bir benzeriydi.
Gayet doğal olarak parti çalışması yapan HÜDA PAR üyelerinin çalışması engellenecek, gerginlik çıkartılacak, ardından da olay yerinden uzaktaki bir düğün basılacak, düğündekiler taranacak ve BDP sempatizanı olan bir genç katledilecek ve suç HÜDA PAR’ın üzerine atılacak.
Teğmen Kubilay, Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı...gibi kendi evlatlarını yiyen devrimin(!) klasik solak taktikleri.
Aynen öyle oldu. Plan tıkır tıkır işle(ttiril)di. Ama pazılın birkaç parçası eksik kalmıştı. Mesela,Tansel Çölaşan ve Necdet Sezer’in rolünü icra edecek aktörler görünmüyordu ortalıkta.
Çok geçmeden onlar da devreye gir(diril)di.
Önce BDP Batman il başkanı, ardından diğer yöneticiler ve en son final vuruşuyla BDP eş genel başkanı Gültan Kışanak ve DTK eş genel başkanı Ahmet Türk arz-ı endam etti.
Fesubhanallah...Kışanak, Tansel Çölaşan’ın; Ahmet Türk ise Necdet Sezer’in rolünü üstlenmişlerdi ve rollerine uygun söylemler ve tavırlar geliştiriyorlardı.
Cenaze merasimi de Danıştay meselesindeki gibi tam bir kışkırtma ve provokasyona dönüştürülüyordu.
Bu komplo ve tertibin en adice(bütün okur kardeşlerimden özür diliyorum) olan yönü ise, belki de Batman’ı ilk defa gören, “Samanlık Gazisi” namıyla maruf, Kızıldere’nin derinliklerinden gelen “Kürkçü Dükkanı”nın sahibinin sözleri idi.
Asırlardır orada yaşayan insanlara küstahça, “Burayı terk edin!” diyebiliyordu. Tarih, bu haysiyetsizliği elbette kaydedecektir.
Kürdistani(!) olma iddiasındaki insanların yanı başında söylenen bu yenilir yutulur olmayan sözler karşısında, ideolojik akrabalığın kavim akrabalığına nasıl galebe çaldığını ve nasıl tolere edildiğini, siyaset tarihi araştırmacıları bir gün yazacak ve bunun üzerine akademik tezler hazırlayacak.
Mihri Belli’lerin süzgecinden, Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’lerin eleklerinden geçen birilerinin, Kemalist kıvama geldikten sonra Ertuğrul’un “Kürkçü” dükkanına nasıl sığındıklarını anlatacak bir gün bu mazlum coğrafya.
Evet, hiçbir şey gizli kalmadığı gibi bu olay da gizli kalmayacak ve bütün teferruatlarıyla elbet açığa çıkacak.
Bu sinsi kumpas karşısında yapılması gereken şey, sabrı kuşanmak ve hikmetle hareket etmektir. Namaz eşliğindeki sabrı kuşanmışlık ve dua:
“Rabbena efriğ aleyna sabren ve sebbit aqdamena vensurna ale’l qavmil kafirin.” AMİN.
Şu güzel ve ümid bahşeden dizelerle bitirelim:
Hak şerleri hayr eyler, zannetme ki gayr eyler,
Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.