Geçen hafta birazcık çocukluğumun Ramazanlarından bahsedip, mübârek ayımızın nasıl dejenere edildiği hususunda endişelerimi bu vesileyle dile getirmiştim. Hani demiştim ki; “Ah o eski Ramazanlar diye başlayan pek çok sohbete giriş faslı duymuşsunuzdur.” Eminim ki; “Ah o eski Bayramlar” diye başlayan cümlelerin ardı sıra gelen anıları da dinlemişsinizdir.
Bu hafta benzer şekilde çocukluğumun bayramlarından az buçuk bahsedip, yine var olagelen bir tehlikeyi arz etmek istiyorum.
Efendim, bizim çocukluğumuzda daha gelmeden bayram heyecanı başlardı. Bilmiyorum hangi gelenekten esinleniyorduk ama bizler bayram akşamı fener (Meşale) alayı düzenlerdik. Bir başka gelenekte olup olmadığını açıkça söyleyeyim ki hiç araştırmadım. Ama çok sonraları Konya'da üç ayların başlangıcına “Şivlilik” dendiğini ve çocukların bu gece ateş yakıp, fener alayı düzenlediklerine şahit oldum.
Meşalelerimizi şu şekilde yapıyorduk. Boş konserve kutusunu bir çubuğa çiviliyorduk. Kutunun dibine odun külü koyup, gaz yağı döktükten sonra ateşliyorduk. Belki de ilçemizde bulunan Hıristiyanlara hissettirmek için, akşamdan gece geç saatlere kadar fener alayı tertip eder; eşliğinde de “Ya Ahad, ya Samed, Sallu Ala Muhammed” yüksek sesle bağırırdık.
Tabii ertesi gün Mekke'yi fetheden fatihlerin aşkı ile uyanıyorduk. Bayram namazından hemen sonra, daha tavuklar uyanmadan ellerimizdeki torbalarla, tanıdık tanımadık tüm Müslüman ahalinin kapılarını çalıyorduk. Kapıları çalıyorduk dememden kasıt, evlere varıyorduk anlamındadır, yoksa zaten kapılar ardına kadar açık ve elinde bir şeker tepsisi ile evin hanımı bizi güler yüzle karşılıyordu.
Bayram kutlaması ardından, fıldır fıldır gözlerimiz tepsideydi. Aldığımız şekerleri torbalarımıza katıp, yarısını akşama kadar yiyorduk. Tabii akşama birçoklarımızın karnı ağrımaya başlıyordu. Bazen ilçenin etrafına gelen çadır ahalisinin bayramlarına vardığımız oluyordu. Bayram şekeri almamış olmanın ezikliği ile bizlere çay şekeri veriyorlardı. Olsun, şeker şekerdi.
Bu duygu nesilden nesile aktarılarak Ramazan ve Kurban Bayramlarının coşkusu yaşatıldı, Allah'a binlerce şükürler olsun hala yaşıyor. Ancak bu coşkunun önüne geçmek için “Ulusalcılar” ve “Netewistler” harıl harıl çalışıyorlar. Ulusal ve resmi bayramların, Ramazan ve Kurban Bayramları yerine ikame etme gibi düşünceleri eskiden beri biliyorduk. Son zamanlarda Newroz'u kutsama ve Ramazan ile Kurban'ı unutturmanın yol ve yöntemlerini, ulusalcı Kürtler arıyorlar.
Hemen hemen her Bayramı; “Dağda ölülerimiz var, yas olan yerde bayram olmaz” diyerek kutlamayı yasakladılar. Amaç tabii ki dağda ölenler değil. Asıl hedeflenen; yeni neslin Bayram sevincini dini bayramlarda değil, ulusal bayramlarda yaşamasıdır. Böylece bizlerin çocukken duyduğu o bayram neşesini Newroz'larda hissettirmektir. Yoksa Ramazan ve Kurban Bayramlarını yas var diye yasaklayanlar, Newroz'u konserlerle kutluyorlar.
Bilindiği üzere ulusalcılar sırf bu sevinci kırmak için kendilerince önemli saydıkları gün ve haftaları bayram diye ilan ediyorlar. Bu nedenle bayram enflasyonu yaşıyoruz. Doğum veya ölüm günleri merasimleri, beldelerin kurtuluş törenleri, falan yerin açılışı-kapanışı, velhasıl eldeki bütün imkânlarla dini bayramları bastırmaya çalışıyorlar.
Ama nafile, biz bayramları unutmadık, unutturmadık. Bizlere bayramlarını unutturmayan zihniyet, maalesef dejenerasyonda biraz yol kat etmiş gibi. Çünkü Bayramları tatil zan edip, şu yaz mevsiminde çoluk çocuğunu alarak, bir sahil kentine kapak atan çok kişi var. Üstelik bankadan kullandığı faizli “Bayram Kredisi” ile. Yani Müslüman bir beldede, Müslüman bir aile, çocuklarını böyle bir mukaddes günde, çıplaklar kampına dönüşen sahile, Allah'ın haram kıldığı faizle gidiyor.
Dejenerasyonda gelinen nokta endişe verici değil mi?