Türkiye uzun yıllardan beri devam eden kör şiddetin pençesinden bir türlü kurtulamadı. Milletin gönlünde çok ağır yaralar açan bu illetten nasıl kurtuluruz diye aklımızı pek az kullandık. Duygusal ve hamasi rengimiz hep ağır bastı. Bataklığın kurutulmasına bedel, bataklıktan türeyen sivrisineklerle uğraşıldı. Cinnet halini andıran anlamsız söz ve davranışlar yıllarca tekrarlandı. Akıl, tecrübe, izan, ibret, vicdan, adalet ve daha bir çok kelime ve kavramların ifade ettiği anlamlar ayaklar altına alındı, ‘yaşasın delilik' dedirtecek uygulamalar artık takat sınırlarını zorladı ve bugünlere gelindi.
Sonunda şiddeti kutsayan bütün masalların uydurma olduğu gerçeği anlaşılmaya başlandı sanki. Ağır ve geç de olsa toplumsal akıl, şiddetin bir çözüm değil, sorunun kendisini oluşturan ve azdıran temel bir neden olduğunu idrak etme aşamasına doğru ilerliyor. Ürkek ve cılız bir sesle de olsa tepkisini göstermeye başlıyor. Toplumda oluşmaya başlayan bu bilincin, taze bir filiz gibi korunması ve büyütülmesi gerekir.
İnanç ve kültürümüzde kavgayı yatıştırmak vardır. Asıl olan kavga değil barıştır. Çünkü dinimizin adı İslam (barış)dır. Kavganın sebebi olan öfke şeytandandır, şeytan ise apaçık bir düşmandır. Öfkelerine kapılmış, kavga eden kişilerin arasına girilir. Sükunetin sağlanması için bazen bedel de ödenir. Çünkü akan kana seyirci kalmak vebaldir, günahtır. Zulme rıza zulümdür.
Aslında, toplumun anlaşmazlıkları çözme konusunda hakem olma hakkına sahip olduğunu hiç unutmaması gerekir. Hatta müslüman bir toplum için bu bir İslami vecibedir diyebiliriz. Zira hayra çağırmak, kötülüklerden sakındırmak (Emr-i bil maruf,nehy-i ani'l-münker) Kur'an'ın sarih emirlerindendir. Müslümanlar her türlü fitneyi öncelikle bu kapsamda ele almalı, barışçı bir dil ve yöntem geliştirerek toplumsal barış ve huzurun sağlanmasına katkı sağlama kültürünü yeniden inşa etmelidirler. İslami camialar, sorunun değil, çözümün bir parçası olmalıdırlar.
Memleketimizde otuz küsur yıldan beri devam eden bir iç savaş hali yaşanıyor. Komşu devletler dâhil, dünyanın önemli güçleri, bu kavganın ya seyircisi, ya da taraflardan birinin destekçisi oldular. Hal böyle olunca, kan akmaya devam ediyor, toplumsal yapı onarılması zor tahribatlara maruz kalıyor. Kitleler arasında büyüyen kin ve nefret duyguları ülke çapında çok kanlı bir iç savaş endişesini arttırıyor.
Adı ne olursa olsun ülkemizdeki bu sorunun kalıcı bir çözüme ulaşması için halkımız ve onu temsil eden sivil kuruluşların olaya müdahil olmaları ve ‘artık yeter', ‘édi bese' demeleri kaçınılmaz duruma gelmiş. Bu kritik dönemde sağduyulu bir hareketin hâkimiyeti elde bulunduranlara sükûnet çağrısı yapması ve sorunun temelden çözümü için iyi niyetli olmalarını sağlaması gerekir. Bu misyon ve ödevin yerine getirilmesi için islami camiaların sorumlulukla görev almaları gerektiğine inananlardanım. Bu camialar görevden kaçmamalıdırlar. Hekim, hiçbir zaman hastanın kimliğine göre ona muamele edemez. Bizler de, bu konu TC ile PKK'nın meselesidir, bizi ne ilgilendirir deme hakkına sahip değiliz. İslam, müslümana görev ve sorumluluk yükleyen bir dindir.
Devletin bazı çok önemli yanlışlarını terk etmesi için yoğun bir çabanın ortaya konması gerekir. Terörle mücadelede işin özüne, aslına itibar etmeyen tavır ve icraatlar artık son bulsun. Silah, sorunu halletmede başvurulacak en son çare olmalıdır. Devletin güvenliği sağlama işi, hiç bir zaman masum insanlara işkence ve sıkıntı vermenin gerekçesi olmamalıdır. Her türlü ayrımcılık ve bunun resmi menşei olan anayasanın değişmesi için siyasal ve toplumsal mutabakat sağlanmaya çalışılmalıdır. Devlet her din, mezhep, dil ve kültüre özgürlük hakkını tanımalı, saygı duymalıdır. Ayrımcılık ve adaletsizliğin sosyal bünyedeki sancıların yegâne nedeni olduğu gerçeği artık anlaşılmalıdır. İçi boş, çağdışı milliyetçilik söylemleriyle halkın aldatılmasına, toplumun zarar görmesine son verilmelidir.
Halkın hem PKK hem de onunla mücadele eden devlet'e söyleyebileceği çok şey var. Öncelikle Kürtler PKK'nın şu güne kadar alışkanlık haline getirdiği eylemlerine ‘son ver' çağrısını ciddi bir şekilde yapmalıdırlar. Onca yıl dökülen kanlarla bir sonuca varılamayacağı ortadayken, hâlâ kan akıtma siyasetinin kime ne yararı olacak?
İslami camialar, Üstad Bediüzzama'nın bu sorun etrafındaki tespit ve çözüm önerilerinin takipçisi olmalı, yapıcı çabalarıyla ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesine seyirci kalmamalıdırlar.
Üstad'ın en büyük amacı İttihad-ı İslam idi. Kanaatime göre Üstad bugün yaşasaydı feryat ederek ‘Neden Risale-i Nur'u ve bu konuda yaptığım önerilerimi dinlemediniz? diye hayıflanacak ve muhtemelen şu mealde ifadelerle sorunun çözümünü talep edecek ve bunun gerçekleşmesi için seferberlik ilan edecekti.
Önce devlete şunu diyecekti: ‘Sen büyük bir ailenin idarecisi konumunda olan büyük ağabeysin; neden küçük kardeşini mirastan mahrum bırakıyorsun? Adalet terazisini doğru kullanmazsan ilahî adaletin tokadını yersin. Hadi şu ağlattığın kardeşinin başını öp, gönlünü al,hakkını hemen iade et. Avrupalıları taklit etmenin akıbetini gördün artık. Yaptığın bunca ifsadın keffareti olarak bu halkın değerlerini ihya et, İslam'a sarıl. İstanbul'u fetheden ruha geri dön'.
PKK'ya: ‘Bırak şu elindeki silahı , öp ağabeyin elini. Koş bir abdest al ve namaza başla. Kürtleri özgür kılacağım derken işlediğin bunca günahlarına hemen tevbe et. Selahaddin'in torunlarına tefrika için değil, ittihat için saf bağlamak yakışır'.
İslami camialara ne derdi konusunu da başka bir yazıya bırakalım.