Kürsü, kalabalığa karşı konuşma yapanların önünde bulunan yüksekçe yer ve koltuk manasındadır. Ayrıca halkalardan oluşan birbirine yaslanmış olan yapıya da “kürsü” denilir.
Buna karşılık arş yüksek ve yüce taht demektir.
Hak Teâlâ (cc) hem arşı hem de kürsüyü kendisine nispet etmektedir. O'nun kürsüsi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür. (Bakara:255) buyrulur. Ayet el-Kürsi olarak bilinen bu Ayet-i Celile “kürsü ayeti” manasındadır.
Şimdi Müslümanların dünyada bir mücadelesi var. Burada özellikle şu soruyu sormak lazım; “Müslümanlar dünyanın kürsüsüne mi, arşına mı yoksa her ikisine mi sahip olmak istiyor?”
Bir hükümdar ve nebi olan Hz. Süleyman'ın kürsüsü, Belkıs'ın ise büyük ve yüce bir arşı(taht) vardı. Diğer bir deyişle kürsü Hz. Süleyman'ın, arş ise Sebe melikesi Belkıs'ındır.
Hz. Süleyman hükümdardır. İdare kürsüsüne sahiptir. Ama bunun yanında arşa muhtaçtır. Hüthüt Belkıs'ın tahtını haber verince Hz. Süleyman onu teslim almak istedi. Çünkü Süleyman (as) biliyordu ki arş olmadan kürsü gerçek vazifeyi ifa edemez. Bir gün Hz. Süleyman makamına gelince kürsüsünün üzerine bir cesedin atılmış olduğunu gördü. “Andolsun ki Süleyman'ı imtihan ettik ve kürsüsünün üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tövbe ile önceki haline döndü. (Sad:34). Bunu gören Hz. Süleyman neden tövbe etti? Çünkü kendisinin aynı zamanda bir arşa, bir tahta muhtaç olduğunu anladı. Zira otoriteye dayalı idare, sırf kürsü merkezli yönetim ancak cesetlere hükmeder. Gönüllerde taht kuramaz. Bu, ancak arşın sahibi olmakla mümkündür.
Belkıs büyük bir tahtın-arşın sahibiydi. Kendisine bırakılan Süleyman'ın mektubunu görünce şaşırdı. Mektup “Bu Süleyman'dandır, Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyladır” diye başlamakta, “Bana karşı başkaldırmayın, teslimiyet göstererek bana gelin diye yazmaktadır” (Neml:30-31). Burada Belkıs kürsünün heybetini gördü. Otoriteyi hissetti. Süleyman'da kürsü varsa kendisinde taht vardı. Onda otorite varsa kendisinde aşkın sırrı vardı. Evet, kürsü otoritesiyle galip gelirdi ama ancak cesetlere hükmederdi. Belkıs kürsünün otoritesiyle Hz. Süleyman'a gitmeye karar verdi. Ama gönlünün tahtını sarayında bıraktı. Onu (gönül)sarayında bıraktı. Süleyman (as) daha Belkıs yoldayken o tahtı getirtti.(Neml:22-44)
Süleyman (as) o tahtı Melike'ye gösterdi “senin tahtın bu mu?” diye sordu? Melike, hiç oralı olmadı “olabilir, sanki odur” deyip geçiştirdi. Yine Süleyman'a gönlünü teslim etmedi. Çünkü Süleyman (as) tahtı kürsünün gücüyle getirtmişti. Oysa taht, gönül tahtı öyle kürsünün gücüyle getirilecek bir şey değildi. Bu nedenle Belkıs orada ve o anda Süleyman'a teslim olmadı. Oysa Süleyman teslim alan ve de teslim olan manasındaydı. Ama yine de bu konuda aciz kalmıştı. Çünkü, taşıma tahtla gönül tahtı kurulamazdı. Bir kere arş azimdir, yücedir. Öyle taşınınca ne kıymeti kalır ki. Bu nedenle Hz. Süleyman Belkıs'ı sırça bir köşke girdirdi. Cam muhabbetin, nezaketin, zerafetin sembolüdür. Bu inceliği gören kraliçe “…Süleyman ile birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.” (Neml:44) dedi.
Süleyman (as) sırf otoriteyle, sırf teslim almakla meşgul olunca kürsüsünde atılmış bir ceset buldu. Demek ki bu işin başka bir sırrı vardır. Asla kürsü arşa hükmetmez. Bu çok acayip ve acayip olduğu kadar latif bir meseledir. Azim bir hikmettir. Biz burada meselenin nurundan bir lem'a takdim etmekle yetiniyoruz.
Bugün Müslümanlar sadece dünyanın kürsüsüne hâkim olmak için mücadele etmemelidir. Aynı zamanda dünyanın tahtına da kurulmaya çalışmak gerekir. Kürsü güç ve otorite ise onun sırrı arştır. Ayetel Kürsi bunu haber veriyor. Bu mutlak olarak böyledir. Ama bugün dünyanın daha çok arşa ihtiyacı vardır. İnsanlık bugün arşın rahmetine, Rahmanın arşına muhtaçtır. En azından hedef bu olmalı. Öyle veya böyle kürsü kaim olur. Dünya, ülkeler, toplum, şehir, mahalle ve ev mutlaka bir kürsü tarafından idare edilir. Fakat mesele bu kürsünün arşın ruhuna ve rahmetine bağlı olup olmamasıdır. Belkıs'ın arşı olmadan Süleyman'ın kürsüsü neye yarar ki! Bugün israil oğulları dünyanın kürsüsüne sahiptir. Dünyayı onlar yönetiyor. Ama arş onlarda değildir. Bu nedenle ne yapsalar ne etseler bu hâkimiyetlerini erdemliğe hak ve adalete dönüştüremiyor. Çünkü bu iş sadece kürsüyle olmuyor. Kürsüyle hükmetmek dünyayı cesede çevirir. Tıpkı şu an olduğu gibi…