Meşhur Museyleme’yi biliyorsunuz. Hani kendisini Allah’ın peygamberi ilan eden ama Hz. Resulullah’ın kendisini “sahte Müslüman” manasına gelen “müslümancık”la adlandırıp “aşırı yalancı” anlamındaki “Kezzab” lakabıyla lakablandırdığı şahıs…
İslam ordusunun hareket halinde olduğunu duyup Ben-i Rabia kabilesini Müseylemetü’l-Kezzab’ın etrafında toplamaya çalışan heyetten birisi Müseyleme’ye yanaşır ve,
“And olsun ki ben Muhammed’in doğru söylediğini, seninse yalancı olduğunu biliyorum. Ama ben Ben-i Rabia’nın yalancısını Mudar’ın doğrusuna değişmem” demesini, tarihi kaynaklar kavmiyetçilik/partizanlık duygusunun insanı helake götüren ibretlik bir tablo olarak aktarıyor.
Kavmiyetçilik/partizanlık ya da taassub öyle bir duygudur ki yaradılış gayesi üzerine kullanılsa bile yan etkileri olan bir duygudur. Bu yan etkilerin telafisi mümkündür. Ama bu duygu yaradılış gayesinden saptırıldığı zaman artık sahibini konduracağı tek bir yer kalıyor, o da cehennemdir.
Ben-i Rabia’lı adam Arap geleneğinin yalancıya duyduğu nefreti bile hiçe sayarak bile bile batılda ısrar ediyor sırf ırkçı tahriklerle… Ya da meşhur ajan Hamper’in Müslümanlarda sadece abdesti gördüğü zaman “Bu güzellikler niye bizim dinimizde mevcut değil” diye hayıflandığı halde bu güzelliklere haiz dinle savaşımından bir adım bile geri durmaması… Bunlar kavmiyetçilik ya da partizancılığın insanı batıla çakmasının sıradan örnekleri.
Kavmiyetçilik ya da partizanlık sadece gayr-i Müslimleri batıla saplamıyor, bazen gözleri perdelenmiş müminleri de bataklığa saplayabiliyor.
Kürt halkının dindarlığından, namus mefhumuna olan düşkünlüğünden herkes dem vuruyor ve bunlar doğru saptamalardır da. Ama gelin görün ki bu namuslu, gayretkeş, dindarlığı Müslüman milletler arasında nam salmış Kürt halkı bazen sırf bu kavmiyetçilik veya partizanlık duygularından ötürü öyle trajik, öyle komik durumlara düşebiliyor ki…
Hafta içerisinde Şanlıurfa’da bir gösteri düzenledi. Kendilerini namus düşkünü, gayret sahibi Müslüman Kürt halkının temsilcisi addeden bir parti ile Kürtlerin adını anmaktan hayâ ettikleri ruh hastalarının iştirak ettikleri bir gösteri idi. Şu LGBT diye kısaltılan ruh hastalığının en derinleri olan, sapkınlığın zirvelerine konan sapkınların hakları için düzenlenen gösteri...
Normalde Kürtler böyle bir sapkınlığı olan insanlara selam vermezler, onlara selam verenlerle diyalog kurmazlar, onları ne köylerinde ne de mahallelerinde barındırmazlar. Hatta imkânları olsa onları İslam coğrafyasının sınırlarının dışına çıkarırlar, ama gel gör ki bu Kürtler arasından sırf Kürt hakları, Kürdistan ırkçı söylemlerinden dolayı bu sapkınlıkların hamiliğine soyunan bir patiye oy verenler çıkabiliyor. Hatta oy verenlerin büyük çoğunluğu namaz-kitap bilen insanlar.
“Muhammed’in gideceği cennete benim ihtiyacım yok” diyen okkalı kâfirleri her neyse ama namaz, kitap, peygamber bilen Kürtlerin bu tür partilere arka çıkması, bir kısmı dahi olsa onları kendilerine temsilci kabul etmeleri sadece Ben-i Rabialının zamanımızdaki iz düşümünden başka bir şey değildir.
Bugün dünya, yarın ahirettir. Ve ahiret denildi mi istisnasız her Müslüman bunu hesap, cennet, cehennem olarak algılıyor. Ebedi saadet ya da ebedi şekaveti anlıyor. Allah’ın bütün bunları mazur görmeyeceğini de biliyor. Böyle bir Müslüman, dini diyaneti eksikleri ile beraber kendisi için her şey olan bir Müslüman nasıl böyle bir garabetin içine düşebiliyor.
İnsanın akıl nimetini iptal ettiren, duyguları aktifleştirip onları yoğunlaştıran bazı unsurlar vardır. Eskiden başka şeyler daha çok ön planda olabilirdi ama bugün bu kavmiyetçilik/partizanlık melaneti her halde en koyuları olsa gerek. Aksi halde bu sapkınlıkları sahiplenen parti ile Kürt halkını aynı karenin içine sokmak hiçbir gücün başaramayacağı bir şeydi.
Allah-u Teâlâ tek asabiyet noktamızı İslam/Hak kılsın.