7 Haziran seçimlerinden önce HDP'nin bir iddiası vardı: “Eğer biz barajın altında kalırsak, bölgede savaş olur, 1990'lı yıllara döneriz.” Böyle bir kıyamet senaryosu ile milleti korkutup, oy devşirdiler.
AKP'nin düşürülmesi kadar, belki bu korkudan mütevellit, bir kısım medya Demirtaş'ın eline saz verip, türkü söyletti, ne kadar şirinliği varsa meydana yığdı. Amaç HDP'ye barajı geçirtmekti. Barajı geçsin de korkulan olmasın şeklindeki bir endişe her yerde hâkimdi.
Hatta AKP'nin bazı yetkilileri dahi, HDP'nin parti olarak seçimlere girmesinden, “Barajın altında kalırlar” endişesiyle ürkmüşlerdi. “Barajın altında kalırsanız, bunun sorumlusu siz olursunuz” şeklinde açıklamalar yapıp, bu sonucu istemediklerini izhar ediyorlardı. Kısacası iktidar partisi dahi, HDP'nin barajı geçmesini temenni ediyordu.
Bölgedeki bazı bel'amvari imamlar; “Siz HDP'ye oy verirseniz, çatışmaların önüne geçeceksiniz, fitneye engel olacaksınız; aksi takdirde çatışma çıkar, kan akar ve siz bütün bu olacaklardan sorumlu olursunuz” şeklinde açıklamalar yapıp, halkı mermilerin baskısı altına almaya çalışmışlardı.
Oysa bütün bu hengâmede bir ses başka bir şey söylüyordu. Bu ses; “Eğer HDP barajı aşarsa, asıl o zaman savaş çıkar” diyordu. Dedim ya hengâme vardı ve bu sesi duyan olmadı. Ortalık durulunca, bu sesin sahibinin haklılığı ortaya çıktı.
Kimdi bu sesin sahibi? Evet, ağırlıklı olarak bölgede yapılanan bir başka parti olan HÜDA-PAR. Şimdi merak edilen şey şu: Herkes barajın altında kalacak olan HDP'den dolayı kıyametin kopacağını savunurken, HÜDA-PAR barajın aşılması halinde çatışmaların başlayacağını nereden biliyordu?
Çok basit. Çünkü HÜDA-PAR gönüllüleri ağırlıklı olarak bölgede yaşıyor. Bir ailenin iki çocuğundan biri HDP'li iken, diğeri HÜDA-PAR'lıdır. Aynı coğrafyada yaşadıklarından dolayı muhataplarını çok iyi tanımaktaydılar.
Bundan önce de bazı şeyler söylüyordu HÜDA-PAR'lılar. Mesela AKP'ye uyarı niteliğinde; “Çözüm sürecinde sadece PKK'yi muhatap almanız çok yanlış bir tutumdur. Böyle yapmakla bölgeyi onlara teslim ediyorsunuz. Hâlbuki bölgedeki herkes PKK'li değildir” diyorlardı. Ancak AKP kulak vermedi bu uyarılara. HÜDA-PAR sesinin gittiği her yere ulaşmaya çalıştı. Ancak Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder veya İdris Baluken ile görüşen Yalçın Akdoğan'ın gülümsemekten bütün dişleri görünüyordu. Bu sese kulak vermeye niyeti yoktu. HDP ile görüşmek sanki büyük bir marifetmiş gibi bu uyarıları duymayacak kadar sarhoşluk yaşıyordu Akdoğan.
İş o kerteye geldi ki PKK kendini bölgenin tek hâkimi olarak görmeye başladı. Seçimden sonra aldığı oyların da verdiği hava ile olmadık işlere kalkıştı. Hem çözüm sürecinde yeteri kadar militan devşirmiş ve silah depolamıştı. Hükümetin saftrik davranması nedeniyle ve belediyelerin de sunduğu imkânlarla asfaltların altına yeteri kadar mayın döşemişti.
Yapılan hazırlıkların tamamlanması ve verilen savaşın bir üst aşaması olan halk ayaklanmasının zamanının geldiği kanaatiyle, PKK çatışmasızlık ortamını bitirip, eylemlere başladı.
Yani bir kez daha HÜDA-PAR haklı çıkmıştı. Seçimden önce ve sonra söyledikleri ile haklı çıktığını gördüğünüz bu sese kulak vermenin zamanı gelmiştir bence. Bunu sadece AKP için değil, bölge halkı için de söylüyorum.
Sizler huzur için HDP'ye oy verdiniz. Hâlbuki sonuç tam tersi oldu. Yıllardır bir ecnebi ideoloji uğuruna evlatlarınızı feda ettiniz. Şehirleriniz tarumar oldu. Köyleriniz boşaltıldı. Her şeyden esirgediğiniz kadın ve kızlarınız kim olduğunu bilmediğiniz kişilerle dağlarda yaşadılar. Şimdi iş o kerteye gelmiş ki, artık eviniz ve arabanızı kilitleyemiyorsunuz. Yani her an biri evinize, en mahrem odanıza girip saklanabilir. Ya da lazım oldu diye kontak anahtarınızın üzerinde bıraktırıldığı arabanızı alabilir.
Kısacası can, mal, namus, nesil emniyeti kalmadı. Bunun müsebbiplerini elbette ki biliyorsunuz. Artık bu müsebbiplere gereken uyarıyı vermenin zamanı gelmedi mi? Müsebbip olarak sadece PKK'yi kastettiğim anlaşılmasın. Bu sonucun oluşmasında AKP en az PKK kadar sorumludur.
7 Haziran'da AKP gereken uyarıyı aldı. 1 Kasım'da da PKK ve HDP bir uyarı almalıdır.