İster beğenin ister beğenmeyin Ortadoğu’nun kalbi artık IŞİD denen bir olguyla yüzleşmek durumunda kalmıştır.
IŞİD, doğal olarak Irak bağlamında konuşulması gerekirken daha ziyade Suriye bağlamında gündeme getirildi. Irak sahasında “Şii/Diktatör Maliki” iktidarına karşı olduğu gerekçesiyle yaptığı her tür eylem biçimi bölgesel ve uluslar arası aktörlerin neredeyse tümünden alkış aldı ve “Cihad” madalyası ile taltif edilirken, aynı IŞİD, Suriye’de uygulanan stratejinin başarısızlığa uğramasıyla beraber “Terörist örgüt” kategorisine dahil edildi.
IŞİD aidiyet olarak Irak menşeli olsa da büyüyüp bugünkü güce ulaşması, Suriye sahasına uzanmasıyla gerçekleşti. Suriye tecrübesi hem alan hakimiyetini, hem manevra kabiliyetini, hem militan sayısını, hem de silah ve teçhizat yönünden zenginleşmesini beraberinde getirdi.
IŞİD’i Suriye bağlamında gündeme taşıyan durum ise, Esad’ı devirme operasyonunda müdahil ülkelerin başarısız olması oldu. ABD ile Rusya arasında Suriye üzerine sağlanan kısmi anlaşma, “Suriye’nin Dostları” denen ülkeler arasında anlaşmazlığa yol açtı. Anlaşmazlığa düşen ülkeler, Suriye’deki muhalif silahlı unsurlar üzerinden rekabete tutuştu ve bu durum muhalif unsurlar arasında silahlı hesaplaşmaların kapısını araladı. Hesaplaşmada IŞİD önemli bir direnç gösterirken bu durum Suriye üzerinden “Terörist örgütler” ve Teröre destek veren ülkeler” şeklinde müdahil ülkeleri de kapsayan karşılıklı suçlamalara dönüştü.
Gerek katı tutumu, gerek bünyesinde barındırdığı katı tekfirci düşünce ve gerekse petrol bölgelerini de kapsayan geniş alan hakimiyeti bakımından IŞİD en fazla tartışılan örgüt halini aldı.
“Kim icat etti; kim büyüttü; kim destekliyor; kim kullanıyor” türünden sorular eşliğindeki suçlamalar birbirini izledi. Türkiye’den hoşlanmayanlar IŞİD’i Türkiye’nin kucağına attı; Kimisi İran tarafından destekleniyor dedi, kimisi Maliki yönetimine faturayı kesti, kimisi de Esad’ı suçladı.
IŞİD üzerinden karşılıklı suçlamalar havada uçuşurken tüm gerekçeler Suriye sahasındaki manevralar ve taktik hamleler üzerine kuruldu. Oysa IŞİD her ne kadar Suriye sahasından ödünç alınan yeni dönem bölgesel rekabetin ürünü olduğu yönünden değerlendirmelere konu olsa da ana merkezi Irak’tır. Irak’taki geçmişi ise işgale karşı verilen mücadelenin Saddam’ın devrilmesinden sonra oluşturulan yeni idari yapıya yönelen itirazlara kanalize edilmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Saddam döneminde Şiilere ve Kürtlere hayat hakkı bile tanınmazken Baas örgütü ülkenin tüm idari yapısına hükmetmekteydi. İşgalden sonra yapılan yeni anayasa ve oluşturulan idari yapıyla beraber yönetim kademeleri etnik ve mezhepsel temeller üzerine kuruldu. Kürtler federatif yapıyla farklı bir statü kazanırken nüfusun yarıdan fazlasının Şii olması hasebiyle yönetimde Şii kesimin ağırlığı oluştu. Bu durum Baas artıklarının hoşuna gitmedi ve ülke yönetiminde oluşmaya başlayan Şii ağırlık Sünni kesimi ikinci plana düşürdü. Bu durumu hazmedemeyen Baas çevreleri Şii karşıtlığına Sünni kisvesiyle reaksiyon gösterdi. Mezhepsel fay hatları ve yönetimdeki Şii ağırlığı hazmedemeyen Körfez’deki Arap krallıkları kısa sürede bunu büyük bir çelişkiye dönüştürmeyi başardı. Mezhepsel çelişkiler, Baasçı fitnesi ve Irak’ın İran’a peşkeş çekildiğini belirten Körfez krallıkları kısa sürede mezhepsel niteliğe büründürülen iç çatışmaların fitilini ateşledi.
Başını Suudi’nin çektiği Körfez krallıklarına göre Amerika, Saddam’ı devirerek Irak’ı altın tepside İran’a sunmuştu ve bunun kabul edilebilir bir tarafı bulunmamaktaydı. Suudi ve Körfez ülkelerinin Irak’ı Şiilere bırakmamak adına devreye girmesi, Irak’ta iç çatışmaları alevlendirmiş, bu durum, Irak’ta oluşan Şii ağırlıklı yeni idari yapıyı hazmedemeyen farklı birçok ülkenin de hoşuna gitmişti.
Dikkat edilirse artık Suriye’de “terörist” olarak adlandırılan IŞİD, Irak’ta yaptığı eylemlerin çapı her ne olursa olsun suçlamalara muhatap olmamakta, tüm fatura “Diktatör” diye anılan Maliki’ye kesilmektedir. Oysa şimdiki idari yapıyı oluşturan Maliki değildir, tam aksine yürürlükteki idari yapı Maliki’ye kapı aralamaktadır. Elbette Irak’ta her şey güllük gülistanlık değildir. Maliki veya Şii kesimin varsa yanlış politikaları tabii ki görmezden gelinemez. Ama sorun, oluşturulan yeni Irak’ın rotasıyla ilgilidir ve daha çok bölgede yaşanan siyasi rekabetle doğrudan bağlantılıdır. Irak’ın hangi siyasi kampta yer alacağına dair birçok bölge ülkesinin yaptığı dayatma ve yürüttüğü diplomasi, şiddet faktörüyle desteklenmekte, bu da IŞİD gibi yapılara geniş bir desteğe dönüşmektedir.
Bugün Musul ve belki de yarın başka kentlere yönelebilecek IŞİD saldırıları muhtemeldir ki her defasında farklı ülkelerin canını acıtabilecektir. Nitekim Türkiye’nin Musul konsolosluğuna yönelik eylem, Türkiye için artık tüm sorunun sadece “Diktatör Maliki” söylemi üzerine bina edilmesini zora sokmuştur. Irak’taki iç dengelerde söz sahibi olmanın ucuz söylemler üzerine bina edilemeyeceği gerçeği artık gizlenemeyecektir. Irak’ı İran’ın etkisinden kurtarmak adına kör şiddeti desteklemenin ya da destekleyenlere arka çıkmanın milli çıkarlara uygun düşse de meşru bir politik yaklaşım olmadığı Musul işgaliyle ortaya çıkmıştır.
IŞİD, başlangıç itibariyle başta Suudi olmak üzere Körfez ülkelerinin desteğiyle büyütülmüş ve Irak’ı İran’ın etkisinden koparmak adına bir sopa olarak devreye sokulmuştur. Irak üzerinden siyasi çıkar beklentisinde olan diğer tüm ülkeler de bu politikaya uyum sağlamıştır. Bugün yaptıklarıyla tartışma konusu olan IŞİD’i herkes rakibini suçlama aracı olarak kullanıyorsa bu durum, belki de kontrol mekanizmalarının süreklilik arz etmemesiyle ilgili bir sonuca işaret etmektedir.
Nitekim burası Ortadoğu denen kaygan zemindir ve bu kaygan zeminde ittifaklar günübirlik taktikler üzerine kuruludur.
Konsolosluğunun basılması ve çalışanların rehin alınması nedeniyle IŞİD şu anda Irak’tan sonra belki de en fazla Türkiye’de tartışma konusu halini almıştır. Irak’ta yaşanan bir takım terör faaliyetleriyle ilişkisi bulunduğu iddiasıyla hakkında tutuklama kararı çıkarılan Tarık Haşimi vakasını hatırlarsınız. Türkiye’nin sığınma hakkı tanıdığı ve üzerinden Sünnilere baskı yaptığı gerekçesiyle Maliki’ye atfedilen “Diktatörlük” sıfatının pekiştirildiği günler henüz unutulmuş değildir. Konsolosluk baskınıyla Türkiye çalkalanırken Tarık Haşimi’nin IŞİD’in Musul baskınını “Ezilenlerin devrimi” diyerek selamlaması, sanırım konsolosluk baskınının Türkiye’nin Irak politikasıyla ilişkisini ortaya koymaya kafi gelmektedir.