İyiliğe iyilikle cevap vermek herkesin meziyeti olabilir ancak kötülüğe iyilik ile cevap vermek deyince itiraz cümleleri dökülüyor dilimizden. Benliğimize takılıp kalıyoruz. “Birisi benim benliğimi hiçe sayarak kötülük yapacak ve ben de benliğimi hiçe sayarak ona iyilik ile karşılık vereceğim! Olacak iş mi?” Hayır: “O kişi senin benliğini hiçe sayarak bir kötülük yaptı ancak senin benliğin, böylesine küçük taşlardan etkilenmeyecek bir kale duvarı.” Sen ki yoluna diken döşeyen komşusunu hastalığında soran bir peygamberin ümmetisin. Kendi benliğini aşmayı öğretti bize o peygamber. Allah'ın rızasını her şeyden üstün tutmayı... Bu şuur ve bu yüce gönüllülükle dört bir yana yayıldı İslam. Biz benliklerine takılıp düşenler, benlik engelinden atlayarak yürümeyi ne zaman öğrenirsek belki o zaman hep arzuladığımız saadet asrını tadabiliriz. Yeter ki incinmemeyi öğrenelim.
“Dünya incitenlerle dolu. Ama olgunluk incinmemeyi bilmekte. Kin tutmamakta. Bağışlamakta. Şimdi içimde yün eğirir gibi sabır eğiriyorum...
Sen ol ki incinmemeyi başar. Sen ol ki, inciten senin yüzünde yeni bir hayatı okusun. Ol ki, öfkeden oklar saplanmasın ruhuna; ol ki intikam seni esir alamasın. İnciten ne yaptığını bilmiyor ama, bak sen biliyorsun. Bırak kin kindarların, hınç zalimlerin, kötülük kötü kalplilerin olsun.” (Kemal Sayar)
Suçlamak, küsmek şimdilerde bir hastalık gibi yokluyor hepimizi. Ancak bağışlamak pek azımızda var. Bağışlamanın bizi küçük düşürdüğünü düşünüyor yine benliğimize takılıyoruz. Halbuki bağışlamak yüce bir erdemdir. Karşıdakine sen bu kötülüğü yaptın ancak ben sendeki iyilik yapma potansiyelini görüyorum ve affediyorum demektir bağışlamak. En güzel iyiliktir. Kötülüğe verilecek, en iyi cevaptır.
Affedicilik serumunu taksak ve yüce gönüllük ilacından bir doz alsak, tüm dünyaya iyilik merhemini sürsek...
En sevgilinin hayatını, hayatlarımıza geçirebilsek...
Ah şu benlik putunu bir yıkabilsek...
İncinmemeyi ve incitmemeyi öğrenebilsek...
Belki o zaman, mağlup olmaya mahkûm olan kötülüğü mağlup edenlerden oluruz.
Vesselam...