Mart ayının üçüncü haftası Dünya Mustazaflar Haftası olarak idrak ediliyor. Bu vesileyle tüm dünya mazlumları yad ediliyor. Uğradıkları katliamlar, zulümler sergileniyor, onlarla ilgili sinevizyon-tiyatro gösterileri, resim sergileriyle kare kare o karanlık günler gözler önüne seriliyor.
Şüphesiz ki İslam Coğrafyasındaki halkların uğradığı dehşet verici katliamların her biri ayrı ayrı işlenmeli, üzerinde detaylı durularak, sebepleri, sonuçları alınacak derslerle ilgili ciddi çalışmalar yapılmalıdır.
İslam Coğrafyalarında işlenen katliamların şüphesiz ki en feci olanı Halepçe’de gerçekleştirilen katliamdır. Hiçbir katliam bu denli vahşiyane olmamıştır. Hiçbir halk, tüm canlıları hedef alınarak bu şekilde katledilmemiştir.
Gerçekleştirilen katliam aslında bir soykırımın planlı son halkasını oluşturuyordu. Bu soykırımın başlangıç tarihi ise 23 Şubat 1988 idi. Tarihe birinci Enfal Harekatı olarak geçen saldırılardan 16 Mart 1988 tarihinde gerçekleştirilen sekizinci Enfal Harekatına kadar 180 binin üzerinde Müslüman Kürt katledildi.
Katliamdan sadece altı ay önce 17 Ekim 1987 tarihinde bölgede gerçekleştirilen nüfus sayımı ile Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu bölgenin tespit edildiği ve böylece katliama zemin hazırlandığı da dikkatlerden kaçmamaktadır.
Şüphesiz bu katliamın sebeplerinden biri de İran ordusunun günbegün gerçekleştirdiği fetihler idi. Son olarak Halepçe’ye giren İran askerlerini yok etmek ve ora halkını cezalandırmak adına, tarihte benzeri görülmemiş bir katliama imza atıldı.
Katliamın tanıklarından Ayşe Ali anlatıyor: ‘Bombalama başladığında eşim, çocukları yanına alarak üst mahallede bulunan kardeşinin evine gitti. Ben evde tek kaldım. Bombalamanın şiddeti artınca evden çıkamadım. Bombalama akşama kadar sürdü. Eşimi ve çocukları merak ettiğim için onların yanına gitmek istedim. Gittiğimde herkesin yerlerde yatan cansız bedenini gördüm. Seslendim, seslendim ama kimseden ses çıkmıyordu. Çocukları aramaya başladım. İki oğlumun banyoda cansız bedenlerine rastladım önce. Sonra evin diğer odalarına baktığımda kızlarımın birbirlerine sarılarak can verdiğini gördüm. O gün tüm ailemi kaybetmiştim. Katliamda ailemden 7 kişi olmak üzere tam 30 akrabamı kaybetmiştim.’
Katliamı tüm gerçekliği ile görüntüleyen Ramazan Öztürk ise katliam gününü şöyle anlatıyor: “Hayvanların çoğu ölmüştü. ‘Eğer gaz şehrin dışını bu kadar etkilemişse şehir ne durumdadır?’ diye düşündüm. Korkuyordum. Şehrin içine ilk girdiğim itibariyle sokakların sağında solunda cesetlerle karşılaştım. Çok sayıda ceset vardı. Bu cesetler daha çok kadınlara, yaşlı insanlara, bebeklere, çocuklara aitti. Görüntüleri çok feciydi. Kiminin derisi kabarmıştı, sıcak su dökülmüş gibi. Kimi yanmış kimi morarmış. Sofra başında yemek yiyen anne, baba, çocuklar ölmüş. Birbirlerine sarılmış halde can vermişler. Kapı eşiğinde anne ve çocuklar. Katliamın üçüncü günüydü. Cesetler kokuyordu. Dayanılmaz bir koku vardı. 6 bin insanın kokusunu düşünün.”
Yıllar sonra Halepçe’ye yeniden giden Öztürk, merdiven basamaklarında yere yağılmış baba ile oğul’un hikayesini ise şöyle anlatıyor:
"Ömer Havar’ın, baba ile oğlunun düştüğü evin önüne gittim. Öğrendim ki katliamdan sonra orada ne kapı ne basamak kalmış. Irak askeri bir kaç hafta sonra Halepçe’ye giriyorlar ve kapı ile merdiveni yıkıyorlar. Dünya basınında fotoğraflar çıkınca buraları yıktıklarını sanıyorum. Orada Ömer Havar’ın gerçek hikâyesini öğrendim. 7 kız çocuğu varmış, hep bir erkek çocuğu olmasını istemiş. Karısı ikiz erkek doğurmuş. Savaşın tüm sıkıntılarına rağmen Ömer Havar çok mutlu bir aile babası. 16 Mart öğlen saatlerinde halk yemek yerken bombardıman başlayınca Ömer Havar güdüsel olarak hemen kalkıp ikiz çocuklarından birini alıyor ve dışarı çıkıp aşağı doğru koşuyor. Amacı şehrin dışına çıkıp çocuğunu kurtarmak. Anne de diğer çocuğu ve kızlarını da yanına alarak dışarıda kayınpederinin kamyonetine binip kaçmak istiyorlar. Ömer Havar, aşağıdaki sokağı dönüp 47 numaradaki evin önünde, bombanın etkisiyle yere düşüyor. O halde bile oğlunu korumak için merdivene kapanıyor ve ikisi de can veriyor. Ömer Havar ölürken bile çocuğuna ağırlığını vermemek için kolundan destek almış. Son nefesini verirken bile o koruma duygusuyla, babalık duygusuyla hareket etmiş. Bu beni çok etkiledi, ben de yeni fark ediyorum, o dirseğe fazla dikkat etmemiştim. Ömer Havar ve oğlunun sağlığındaki fotoğraflarını ilk kez gördüm.”
Ve evet yeniden Halepçe’yi yaşıyoruz. Dünya durdukça da bu acıları yaşayacak ve hissedeceğiz. Zira Müslümanlığımız bizden bunu ister. Sadece hatırlamak da yetmeyecek, İslam’a ve Müslüman halklara zulmedenlere karşı kinimiz daha bir bilenecek. Her geçen gün sorumluluklarımızı hatırlamak ve gereğini yerine getirmek için daha bir hassas davranacağız. Öyle ki, hayatını kaybedenlerin ödedikleri bedel bizim için karanlıkları aydınlatan meşale olsun.
İçinde bulunduğumuz haftayı Dünya Mustazaflar Haftası kabul edip çeşitli etkinliklerle katledilen Müslümanları anarak vefa borcunu ifa eden Mustazaf der ve diğer kardeş derneklerine burdan teşekkürü bir borç biliyoruz.
Allah’a emanet olunuz.