Berberoğlu Meselesi

Hüseyin KAYA

Kemal Öztürk (Yeni Şafak):

“Olayı siyasi gerilim yapmaya da gerek yok. Şiddet içermediği sürece insanların yürümesinden zarar gelmez. Hatta sağlıklı bir şeydir. Hükümetin bu yürüyüşü engellemesi çok yanlış olur. CHP ise şimdiden hareketlenmiş illegal örgütlerin provokasyonlarına karşı dikkatli olmalı.

Bu arada muhalefet bu yürüyüşle şunu da ilan etmiş oldu: ‘Sandıkta, mecliste ve siyasette yapacak bir şeyim yok, o nedenle artık eylem yaparak siyaseti etkilemeye çalışıyorum'.

Bu bir siyasi parti için kötü bir imajdır aslında. Ancak örgütler ve sivil toplum kuruluşları böyle eylem yapar. Bunu da unutmayalım.”

Yıl 1968. Solcu gençlik örgütleri Samsun'dan Ankara'ya gelip, Anıtkabir'i ziyaret edeceklerdi. "Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü" adını verdikleri yürüyüşle “gericiliğe” karşı durduklarını göstereceklerdi.

Yolda taşkınlıklar olunca polisle karşı karşıya geldiler ve bir kısmı gözaltına alındı.

Mahkemeye çıkan solcu gençler “Yargılanan biz değiliz, Mustafa Kemal'dir” diyerek savunma yaptılar.

İşte o zaman “Yollar yürümekle aşınmaz” sözünü söyledi Süleyman Demirel.

Yürüyüş iyi bir spordur orta yaşın üzerindeki kişiler için.

Ama Kemal Öztürk'ten yaptığımız alıntının son bölümüne bir daha bakmanızı öneririm. İnanın ortaya çok farklı bir tablo çıkacaktır.

Eskiden örgüt ve dernekler yürürdü, şimdi bir siyasi parti.

Eskiden “Atatürk ve Cumhuriyet” yürüyüşleri yapılırdı, şimdi “Adalet” yürüyüşü.

CHP ve o çizgide siyaset yapan kişi ve kurumlar eskiden Atatürk üzerinden eylem yaptıklarında halen kendilerini “Devletin sahibi” olarak görüyorlardı.

Şimdi “Adalet” diye yürüdüklerine göre gerçekten “Muhalefet” durumuna düşmüşler.

Ahmet Hakan (Hürriyet):

“Can Dündar ne yapmalı?

- Gelmeli.

- Haberine sahip çıkmalı.

- Enis Berberoğlu'yla ilgili ifade vermeli.

- Sorumluluğu üzerine almalı.

- Yurtdışında kahramanlık oyunu oynamaktan vazgeçmeli.”

Öyle mi?

 Bir daha bakalım.

Önce Can Dündar'ın “Tutuklandık” isimli kitabından kısa bir alıntı:

“Cumhuriyet uzun “ zamandır konuyu takibe almıştı. 8 Mart 2015'te Ahmet Şık, açığa alınan Savcı Aziz Takçı'yla görüşmüştü ve bu görüşmeyi manşete taşımıştı. Baskının görüntülerine çok yaklaştığımızı hissediyorduk. Nihayet 27 Mayıs Çarşamba günü öğleden sonra solcu bir milletvekili dostum getirdi görüntüleri… “Merak ettiğin şey bu flash diskin içinde,” dedi.

İzleyince kafamda hiçbir şüphe kalmadı: MİT, Suriye'ye silah taşıyordu.”

Şimdi buna göre;

-Haberine nasıl sahip çıksın ki? Haber kendisine ait değil.

-Enis Berberoğlu'nu deşifre eden kişi Can Dündar'dır zaten. Bir daha ne ifade verecek?

-Sorumluluğu üzerine almak demek “casusluk” suçunu kabul etmektir ki, müebbet ceza almayı beraberinde getirir.

-“Yurtdışından kahramanlık oyunundan vazgeçme” konusunda Ahmet Hakan'a katılıyorum. Ne bu böyle “Bastil” mesajları? İnsanları ihtilal için sokağa çağıracağına sen çık sokağa!

Rıza Zelyut (Aydınlık):

“Gördük ki mahkeme, bu davadaki baş sorumlularla ilgili yargılamayı devam ettirirken Enis Berberoğlu'na alelacele müebbed hapis cezası kesti ve tutukladı.

İşte bu acele karar, yargılamanın arkasında siyasi hesaplar olduğunu ortaya koyuyor.

Peki kim faydalanıyor bundan?

-CHP'de artık kredisi bitmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu…

Şimdi yakıcı soru şu: AKP veya onu yöneten Tayyip Erdoğan, Kılıçdaroğlu'na neden yardım etsin?

Cevabını daha önceki yazılarımda vermiştim: 2019'da, yeni anayasal düzenlemeye göre cumhurbaşkanı seçilecek. Bu seçime gidilirken eğer CHP'nin başında Kemal Kılıçdaroğlu bulunursa, Tayyip Erdoğan kesinlikle kazanacak.

YokKılıçdaroğlu gönderilir de bu partinin başına PKK ve FETÖ'ye karşı açık tavır takınan, Atatürk'e Atatürk diyen bir lider gelirse, Erdoğan kesinlikle seçilemeyecek, AKP saltanatı sona erecektir.

İşte bu yüzden Erdoğan, yürüteceği özel operasyonlarla Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başında kalmasını sağlayacaktır.”

Öyle bir şok yaşıyorum ki, nasıl bir tepki vereceğimi kestiremiyorum.

Öyle ya, Kılıçdaroğlu için “FETÖ kasedi ile geldi” diyenler oldu, “Almanya'nın desteği ile geldi” diyenler oldu, “İşin içerisinde Amerika var” diyenler oldu; ama kimse Erdoğan'ı fark edemedi.

Rıza Zelyut hariç…

Meğer Erdoğan ne kadar da güçlüymüş!

Darbeyi “kontrollü” bir şekilde yapan, bırakın kendi partisini, muhalefeti bile dizayn eden bir siyasetçi!

Onu da yerinden edebilecek kişi ancak “Atatürk'e Atatürk diyen bir lider” olabilirmiş.

Şimdi “Acaba Baykal olabilir mi?” desek bir sürü itiraz gelecek.

Öyleyse Zelyut'tan ricamız bize birkaç isim önermesi…

Ama lütfen önerilerinin içinde D. Perinçek olmasın!

Mehmet Barlas (Sabah):

“CHP'nin yönetiminde sanki üç farklı kişi var.

Kemal Demirtaş

CHP'nin genel başkanlarından biri Kemal Demirtaş... Siyaseti kitleleri sokağa dökerek icra edeceğini zanneden bir kişi bu Kemal Demirtaş. CHP'yi neredeyse HDP görüntüsüne sokacak adımları bu kişi kolayca atıyor.

Kemal Gülen

CHP'nin genel başkanlarından bir diğeri de Kemal Gülen... Genel başkanlığını da FETÖ'nün Baykal'ı hedef alan Kaset Komplosu'na borçlu olduğunu bilinçaltında hep hisseden Kemal Gülen, bu konuda susmayı hep yeğ tutuyor.

Kemal Kılıçdaroğlu

CHP'nin bir genel başkanı da Kemal Kılıçdaroğlu... Bu kişi bazen kendi kişiliğini ön plana çıkartıyor ve mesela "Yenikapı Ruhu"nu paylaşıyor. Ama çok geçmeden diğer genel başkanlar ağır basıyor ve CHP "Çatladı Kapı" ruhuna kaçıveriyor. Kılıçdaroğlu'nu Demirtaş'ın ve Gülen'in karşısında ezik konuma getiren ana neden de, hiçbir seçimde başarılı olamamasıdır.”

Bu meseledeki eksikliği siz de fark ettiniz öyle değil mi?

Yani “Kemal” ismine “soyisim” ekliyor ve farklı portelerden söz ediyorsunuz; ama nedense bir “Önisim” eklemeyi düşünmüyorsunuz! Ben olsam bunda kasıt ararım.

Hangi “önisim” diye sormaya gerek yok, öyle değil mi? Tabii ki “Mustafa” olacak.

Mustafa Kemal bu partinin kurucu genel başkanı değil mi?

Neyse, bu konuyu bırakıp daha önemli bir konuya geçelim.

Mehmet Barlas farkında mı bilmem; ama tehlikeli bir şey söylüyor.

CHP'nin başında tek bedende üç farklı kişilik öyle mi?

Çok anlamam; ama psikolojide buna “Çoklu kişilik bozukluğu” deniyor. Baskın kişilikler ön plana çıkıp diğerlerini bastırabiliyor.

Yani durumlar hiç iyi değil.

Taha Akyol (Hürriyet):

“Berberoğlu için “gizli belgeyi yayınlamak” suçu söz konusu olamaz mı?

Bunun cezası çeyrek asır değil 5 yıldır. Dahası, AYM'nin belirttiği gibi, önceden Aydınlık'ta yayınlanmış, kamuoyunda tartışılmış, gizliliği kalmamıştı.

“Bir şiir okudu diye hapsedilmek” garabetinin ardından “bir haber yaptı diye çeyrek asır hapse mahkûm edilmek” garabetini yaşıyoruz!

Hukuk da hakkaniyet duygusu da vicdan da “Kim?” diye değil, “Nasıl?” diye bakmayı gerektirir.”

Önce şu tespiti yapmakta yarar var diye düşünüyoruz.

Taha Akyol haklı; ama keşke bu hassasiyeti her türlü mağduriyet durumunda gösterebilseydi.

Bazı İslami kesimler hakkında tümüyle niyet okuyuculuğuna dayanan son derece “bilimsel” tespitlerle yaptığı suçlamalar arşivlerde mevcut.

Bunu da bir tarafa bırakırsak…

Sanıyorum Taha Akyol bir sosyolog idi, hukukçu değil.

Bir tarafta Kültür Bakanlığının bastığı bir kitapta yayınlanan bir şiiri okumak, öte tarafta ülkenin istihbarat birimini “Terörle ilişkili” gösterme amacıyla kullanılacak bir haber…

Yani mesele bir şiir ve bir haber meselesi değil ve Akyol bunu çok iyi biliyor.

Çekimi yapan Gülen grubunun haber ajansı; ama haber Gülen medyasında değil de Enis Berberoğlu üzerinden Cumhuriyet Gazetesinde yer buluyor.

Yani demek istediğimiz şu ki, mesele hiç de öyle basit değil.

Soner Yalçın (Sözcü):

“Dünyada “Erdoğan'ın otoriterliği” Saddam ve Mübarek yönetimleriyle benzeştiriliyor. Görünen, dünyada yine bir kamuoyu oluşturuluyor ve gördük bunun sonu pek hayırlı olmuyor. Birkaç yıl önce Mısır dünya gündemindeydi; dar kafalı fanatizme yenik düşen Mursi hiç umursamadı. Bugün Türkiye'de iktidar, bu küresel oyunu bozacak hamleler yerine yangına benzinle koşuyor. Kendini beğenmiş tavırla tahriklere kapılıp “ben yaptım oldu” kibrini sürdürüyor! Hâlâ kandırılıyor…

Halkın seçtiği milletvekili bu kadar kolay hapse atılır mı?

Bu intikamcı anlayış maalesef FETÖ mücadelesini de etkisizleştirdi. Berberoğlu örneğinde görüldüğü gibi kimi “intikamcı” yargı kararları, FETÖ karşıtı cepheyi bölmekle kalmadı, FETÖ'yü diriltti! Hâlâ anlamıyorlar…”

Yazının sonundaki tespitler doğru; ama girişteki cümleler Soner Yalçın gibi “araştırmacı” bir gazeteci için berbat sözler!

Baştan itibaren başlayalım:

Erdoğan'ı Saddam ve Mübarek ile benzeştiren kim? Bu kişiler daha önceden hiç Mübarek'e eleştiri getirdiler mi?

“Dar kafalı fanatizme yenik düşen Mursi”den söz eden Soner Yalçın baskı, şiddet ve katliamda sınır tanımayan Sisi için de bir şeyler söylüyor mu?

Maalesef…

Bir de şu var ki, izahı zor.

Soner Yalçın, kendisine yönelik eleştirilere cevap verirken “Ben Enis Berberoğlu “FETÖ imamı” demedim, FETÖ imanını açıklasın, dedim” diyor.

Yani demek ki, Berberoğlu, o kadar yakın ki, örgüt hiyerarşisini iyi biliyor.

O yüzden hukuksuzlukları dile getir; ama bunu yaparken asıl konuyu başka şeylerle örtmeye çalışma.

Sırıtıyor çünkü.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.