Medine-i Münevvere Hz Peygamber(sav) efendimizin hicretinden önce ‘Yesrib' diye anılıyordu. Kur'an-ı Kerim'de de bu isimle anılmıştır. Yesrib olumsuz bir anlam taşıyan bir sözcüktü. İyi olmayan mekan, fitne fesat anlamına geliyordu. Bu olumsuz anlamı taşıyan sözcüğün buraya isim olarak verilmesinin tarihi bir nedeni var mı? Bilmiyoruz.
Hz. Resuli Ekrem(sav) olumsuzluk ve uğursuzluk anlamı taşıyan isimleri değiştirmiştir. Hz. Ali'nin(ra) oğlu Hasan'a ‘Harb' ismini verdiğini duyunca, hayır o ‘Hasan'dır diyerek ismini değiştirmesi meşhurdur. Hz. Peygamber(sav) olumsuz ve hoş olmayan isimleri değiştirme konusundaki sünnetini Yesrib konusunda da sürdürmüş ve ona hoş, güzel anlamını taşıyan ‘Tiba' veya ‘Tayba' demiştir. Ancak bu isimlerle beraber şehir, ‘Medine-i Münevvere' ‘Medinetü'n Nebî' veya tek başına ‘Medine' diye şöhret bulmuştur.
Bu şehir Hz. Peygamber(sav) efendimiz ile ashabının oraya hicretinden sonra hem ismen hem de cismen değişmiş ve çok önemli bir konum elde etmiştir. Hz. Peygamber (sav) efendimiz burasının bereketli ve sağlıklı bir yer olması için dua ve orayı harem ilan etmiştir. Buranın yerli Müslümanlarını da ‘Ensar' diye adlandırmış ve onlara da hayır duada bulunmuştur.
Hicret ile beraber Medine'de gerçekleşen tarihi olaylar gerçekten ilginçtir. İlginç değil belki ilâhi mucizelerdir desek daha doğru olur. Çünkü on yıl gibi kısa bir zamanda bu denli olayların sadece insan çabası ile gerçekleşmesini izah etmek mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim'de elde edilen başarılarda ilâhi yardımın olduğunu belirtir.
Hz Peygamberin bu bölgedeki başarısı tek başına onun davasının haklı ve ilâhi olduğunun belgesidir. Sıcak bir çöl ikliminde, insanların aşiret ve soy taassubu ile sarhoş olduğu bir toplum içinden aleme hak ve hakikat nurunu neşreden bir nesil çıkarmak ancak ilahi yardım ile olur. Hz. Peygamberin kısa daveti süresinde meydana getirdiği değişimleri başka tür izah etmenin imkanı yoktur.
Rasulullah(sav) Medine'ye vardığında beraberindeki muhacirler ile oradaki yerli Müslümanları, yani ensarı kardeş yaptı. Bu öyle lafta kalan hamasi bir kardeşlik değildi. Müslümanlar her şeylerini birbiriyle paylaşmış ve miras ayetleri inene kadar birbirlerine mirasçı olmuşlardı. İnsanlık tarihinde bunun ikinci bir benzerini göstermek imkansızdır.
Hz Rasulullah (sav) efendimiz Medine'ye hicretten sonra içeriden ve dışarıdan çok güçlü baskılara maruz kaldı. Sayı ve maddi güç açısından az olmalarına rağmen Müslümanlar karşılaştıkları bu baskı ve saldırılarla ilahi yardımı arkalarına alarak baş edebildiler.
Hz Rasulullah(sav) Medine yerlilerinin bir kısmında ortaya çıkan nifak hareketini hiçbir fitneye ve iç çatışmaya mahal vermeden, sabırla ve hikmetle nihayete erdirdi.
Rasulullah(sav) zaferinin nihayetinde Medineli ensarın yanında olma erdemini gösterdi. Medinelilere, ‘hadi sağolun sizin yardımlarınızla başarı elde ettik siz sağ ben selamet yurduma Mekke'ye dönüyorum' demedi. Doğup büyüdüğü ana yurdu Mekke'yi çok sevmesine rağmen hayatının son demlerini de Medine'de geçirdi ve orada vefat etti, orada defnedildi.
Medine-i Münevvere hakikaten Hz Rasulullah (sav) efendimizle nurlandı ve bereketlendi. İman ehli, aradan asırlar geçmesine rağmen o bereket ve nurun parıltılarını hissedebiliyor. Evet Medine'de Rasulullah'ın manevi etkisi devam ediyor. Orada ibadet ve dua ederken insan bir başka oluyor. Sanki pınarın kaynağından su içiyorsunuz gibi oluyorsunuz.