Geçen çarşambayı perşembeye bağlayan gece mübarek mevlit kandili idi. Yani kameri hesabıyla peygamberimiz (s.a.v)in, doğumu yıl dönümü kutlanmasıydı. Dolayısıyla bu aralar birçok insan, bunun etrafında söz söylüyor, hutbeler okuyor ve yazılar yazıyor. Kimileri, abartılı abartılı bunun önem ve faziletinden bahsederken, kimileri de “İslam’da peygamberi anmak diye bir şey yoktur” diye saçmalayarak bunun bidat olduğunu söylüyor. Ama kimileri de haklı olarak bunun ümmetin bir kez daha dirilişi ve uyanışı için, büyük bir fırsat olduğuna inanarak günümüzde her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyulan güzel bir adet olduğunu ortaya koyuyorlar.
Meseleye hikmet nazariyle bakılırsa, ilk iki görüşün de bir yanılma ve savrulma içinde olduğu açıktır. Bizler, inşallah ne birincisi gibi hurafelere inanıp onu asli mecrasından çıkaracak, ne de ikincisi gibi hurafecilerin inadına olarak peygamberi kültürden uzaklaşma gibi bir yanlışa düşeriz. Bilakis o sevgililer sevgilisi peygamberimize bol bol salâvat getirmekle anmaya ve sünneti seniyesini ihya etmekle anlamaya çalışacağız.
Aslında biz Müslümanlar, her gün onlar kere ve belki yüzler kere peygamberimizi zaten anmaktayız. Her Ezanı şerifi okuyuşumuzda: “Eşhedu enne Muhammeden Resulüllah” derken ya zikrederek ya da dinleyerek onu anmaktayız. Yine namazımızın bir rüknü olarak her Ettehiyyatu’yu okuyuşumuzda hakeza zorunlu olarak onu zikretmekte ve anmaktayız. Öyle ki, bu, ibadetimizin olmazsa olmazlarından bir mahiyet kazanmıştır. Hatta imanımızın ayrılmaz bir parçası ve İslam dairesine girişin ana kapısıdır. Bunu söylemeden yani kelimei şahadeti getirmeden = Allah’ın varlığına ve birliğine, Muhammed aleyhisselamın onun kulu ve resulü olduğuna şahadet getirmeden bir insan, İslam dairesine giremez. Bunu nakzeden de otomatikman o dairenin dışına çıkar.
Evet, bizler, peygamberimize getireceğimiz her bir salâvatla onu anmış olacağımızdan gurur ve sürur duymaktayız. Ona getireceğimiz salâvatı şerife bizim zikri zebanımız ve ruhumuzun gıdasıdır. Onun sünneti seniyesi, bizim hayatımızın kırmızıçizgileri ve yol haritasıdır. Onun kılavuzluğu olmadan hedefe varmak, sahili selamete kavuşmak mümkün değildir.
O halde, bizim için bu kadar hayati öneme sahip olan peygamberimizin veladetini anmak, hayatını, güzel ahlakını, sevgisini ve Risalet mücadelesini anlatmak nasıl “haramdır bidattir” denilebilir? Birileri neye dayanarak bunu söyleyebiliyor? Resulüllah’ı ümmetin hayatından atmak, Müslümanları ondan gafil ve habersiz bırakmak kimin işine gelir! Bunu yapanlar acaba ne yaptığının farkındalar mı? Bunlara bir sormak ve uyarmak gerekmez mi: Siz neye hizmet ediyorsunuz? Siz kimin hesabına ve kimin yararına çalışıyorsunuz?
Meydanlarda her gün cahili bayramlar kutlanırken, İslam’ın ahlak, adap ve ahkâmına aykırı olarak yığınlarca merasimler tertip edilirken, bu merasimlerde yeryüzü firavunları övülüp takdis edilirken, İslam’ın mukaddesat ve değerleriyle açıktan alay edilirken bunlardan hiçbir tepki gelmiyor. Ama peygamber âşıkları Müslümanlar; kaybolmuş İslami değerleri yeniden ihya etmek için âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. peygamberin veladet yıldönümü vesile edinerek efendimiz aleyhissalatu vesselamı layıkıyla tanımak ve tanıtmak için güzel bir program yapınca, bir de bakarsınız ki, bunlar homurdanmaya, celale gelmeye başladılar. “vay efendim İslam’da mevlit diye bir şey yoktur, Bunlar bidattir” diye dedikodular yapmaya Müslüman halkın saf duygularını bozmaya çalışıyorlar.
Aslında bunların itirazları, hurafevi biçimde okutulan mevlide karşı değil, şuurlu bir şekilde tertiplenen mevlide karşıdır. Onların rahatsızlığı, şuurlu Müslümanların, bunu hurafelerden sade ve düzenli bir şekilde icra ediyor olmasıdır. Rabbim bizi de onları da doğru olana yönlendirsin, doğruları doğruca işlemeyi ve arkasında durmayı nasip ve müyesser eylesin.
Mevlidin adet ve merasim biçiminde tertip edilişi, İslam’ın ilk asırlarında olmadığı doğrudur. Ama İslam’ın ana tabiatına aykırı olmadığından bütün ümmet sathında iyi bir adet olarak kabul görmüştür. Elbette buna sonradan yapılan eklemeler ve anma esnasında kutsal bir metin gibi okutulan kasideler hakkında tartışmalar yapılabilir. Hatta bu metinler hakkında mutlaka yapılması gereken bir takım tashih ve düzeltilmelerin olması gerektiğine inanıyorum; ama aslını ve mantığını reddetmek büyük bir gaflettir, yanlışlıktır ve asla Müslümanların yararına değildir.