Mardin Artuklu Üniversitesi “Ortadoğu'da Dengelerin Yeniden İnşası” paneli düzenledi. Rektörlük Koçaklar Konferans salonunda yapılan panel, açılış konuşmasıyla başladı.
İki oturum halinde yapılan ve alanında uzman isimleri bir araya getiren panelde, bölgemizde son dönemlerde yaşanan gelişmeler masaya yatırıldı.
Panelin açılışında konuşan Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özcoşar, yaşadığımız çağda “bilim krizi” yaşandığını dile getirdi.
Tuhaf bir paradoksla sözlerine başlamak istediğini belirten Özcoşar, “Bizim de başlıkta kullandığımız ‘Ortadoğu’ kavramı ve bu kavrama yönelik bir itirazla başlamak ne kadar doğru olur bilmiyorum. Paradoksun merkezinde tam olarak Ortadoğu’nun kendisi var. Ne demek istediğimi şöyle açıklayayım: Yaşadığımız çağda bütün bir insanlığın kriz içinde olduğunu ve bu krizin önemli sebeplerinden birinin bilimin yanlış kullanılması ve kurgulanması ya da başka bir ifadeyle ‘bilim krizi’ olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Peki, nedir bilim krizi? ‘bilimin, doğayı ve insanlığı kendi hizmeti altına almaya ve sömürmeye kendini adamış bir medeniyet/batı medeniyeti tarafından kurgulanması’ veya gönül ve zihin dünyamızın ifadeleriyle söyleyeyim ‘Bilimin ilim, irfan, hikmet denkleminden uzaklaşıp, materyalist alana taşınması ve sömürünün aracı haline getirilmesi’ bugün bilim krizi dediğimiz şeyin ta kendisidir. Bu yönüyle baktığımızda modern dönem ve sonrasında kutsanan bilimin karanlık ve endişe uyandıran bir yanı var. Bilim krizinin önemli bir yansıması da dünyanın edilgen coğrafyalarında entelijansiya, akademisyen, bilim insanı da denen geniş epistemik köleler ortaya çıkarması. Bu kölelik kendi coğrafyasının özne olma çabalarına karşı temkinli hatta tepkili bir yaklaşımla bilimin izzetine gölge düşüren teoriler üreten bir emperyal yancılık şeklinde kendini gösteriyor.” dedi.
video
Bilimin karanlık yüzüyle karşı karşıya olduklarını kaydeden Özcoşar, şunları söyledi: “Birkaç yüzyıldır kendi teorisini, kendi tanımlarını oluşturamayan bir coğrafyanın evlatları olarak, bilimin bu karanlık ve endişe uyandıran yüzüyle her an karşı karşıyayız. Kendimizi tanımlayamadığımız, biz buyuz diyemediğimiz, ‘siz şusunuz’ direktifleri karşısında çaresiz bir kabullenme içinde kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Bunun en bariz örneğini üzerimize kâbus gibi çöken ‘Ortadoğu’ ve ‘Ortadoğulu’ isimlendirmelerinde-kavramlarında görebiliriz. İçeriği, sömürü düzeninin stratejileri çerçevesinde dönemsel olarak yenilenen bu iki kavram, öncelikle ve özellikle bizleri Ortadoğu olmaya iten bilimsel teorilerle beslendi. Bu teorilere karşılık kendi tanım ve teorisini üretmeyen/üretemeyen geniş kitleler için Ortadoğulu olmaya rıza göstermek dışında seçenek de kalmadı.”
Krizlere rağmen yaşadığımız coğrafyanın oldukça umut verici bir yönü olduğunu ifade eden Özcoşar, “Yeniden özne olma ihtimalimizi oldukça mümkün bir imkâna dönüştürebilecek bir özellik taşıyor. Bu yön, bu özellik modern dönem emperyalizmine karşı son 150 yıldır bazen zayıf bazen güçlü bir görünüm kazanan anti-emperyalist tutumumuz. Bu tutum ilk kez kendini İttihad-ı İslam düşüncesi olarak gösterdi. 19. yüzyılın sonlarından itibaren ittihad-ı İslam olarak kavramsallaştırılan geniş spektrumlu duruşun, emperyalizme karşı oldukça özgün bir duruşu vardır. Bu özgünlüğün temel dayanağı anti-emperyalist bir tutumu modern formlarda sunan ilk devrimci yaklaşım ve praksis olmasıdır. Bu tutum salt politik bir söylem bir retorik olmanın ötesinde İslam dünyasının farklı bölgelerinde milis kuvvetleri oluşturmaya varan oldukça pratik bir uygulamadır. Hamidiye alayları, Yemen Alayları, Trablusgarp ve Bingazi alayları tam olarak Osmanlı Devleti’nin tüm çaresizliğine karşı oluşturduğu anti-emperyalist yapılardır ve uzun yıllar emperyalist devletlerin işini oldukça zorlaştırmışlardır.” diye konuştu.
İLKHA