İrfana Giriş
Bilgi kuramında insanın bilme araçları olarak his, akıl, kalp ve vahiy geçer. Duyu organları, duyusal varlıkları (mahsusat) tanıma potansiyeline sahiptir ve bunları duyumsayarak ve tecrübe ederek fark eder. Örneğin sınıfın lambasının açık olması veya havanın güneşli olması duyusal durumlardandır ve duyu organlarıyla bilinirler.
Ama akıl, soyut kavramları (ma'kulat) algılar. Mükemmel bir yapıyı müşahede ettiğimizde içimizdeki bir güç, bunu yapan bir mimarın olması gerektiğini söyler. Bu hükmü veren akıldır. Burada algılanan (bu işi yapan bir mimarın olması) zihni ve akli bir kavram olan soyut bir olgudur. Bu anlama olayı ve algılanan şey, zihinsel ve kavramsal bir durumdur.
Kalp ise deruni tecrübelerle beliren içrek -ezoterik- bir güçtür; hakikatleri kendinde bulur. Neşeli olma ve kederli olma durumu veya kendi varlığını bilme durumu deruni olarak elde edilen anlamalardır.
Aklın işi anlamaktır. Ama kalbin işi bulma ve (kalp gözüyle) görmedir. Nihayetinde aklın bilmesi ilme'l- yakîn iken kalbin bilmesi ayn'el -yakîndir.
Örnek vermek gerekirse, bir duman görüldüğünde dumanın görülmesi duyuların hissetme yeteneği ile yani gözün görmesiyle ortaya çıkar. Burada akıl da bir ateşin kesinlikle var olduğuna hükmeder ve bu yüzden de duyuyla (gözle) bunun eserleri (yani duman) gözlemlendiğini düşünür. Buraya kadar ateş hakkındaki bilgi ilme'l-yakîn derecesindedir. Ama biri bu ateşe yakından bakarsa, ateşin kendisini görürse o dumandan sonra ateşe dikkat ederse, ateş hakkındaki bu bilgi ayne'l-yakîndir. Filozof gelişmiş bir akılla ilme'l-yakîne ulaşırken arif kalp ile ayne'l-yakîne ulaşır. Elbette arifin görmesi normal bizim bildiğimiz gözle değil, kalp gözü iledir.
Kur'an-ı Kerim Fussilet suresi 53. ayette şöyle buyuruyor:
َنُرِيهِمْ ءَايَاتِنا فِي الْأ َفـَاقِ وَفِي أنفُسِهِمْ حَـتَّي يَـتَبَيَّنَلَهُمْ اَنَّـهُالْحَقُ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَاَنَّهُعَلَي كُلِّ شّيءٍ شَهيِدٌ
“Şüphesiz hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun diye biz hem afakta ve hem de enfüste (iç ve dış âlemde) onlara ayetlerimizi göstereceğiz. Senin Rabbinin her şeyin üzerinde şahit olması yetmez mi?”
Bu ayette Hak Teâlâ'nın bilinmesinin ilme'l-yakîn ve ayne'l-yakîn mertebeleri tarif edilir. Afak ve enfüsteki ayetlerin ve Allah'ın varlığının nişaneleri aklı meşgul edebilir ve bunların etkilerini aklî ve felsefî açıdan irdelemesini sağlayabilir ve böylece aklî ve kavramsal bilgi olan ilme'l-yakîni elde edebilir.
Ayetin son kısmında yer alan “Senin Rabbinin her şeyin üzerinde şahit olması yetmez mi?” ibaresi İlahi marifetin ayetlere ve işaretlere ihtiyacının olmadığını gösteriyor. Zira O'nun kendisi her şeyde kendini gösteriyor. Bu görünme olayı da kalp gözü ve kalbin şuhûdu ile mümkündür. Bu da ilahi marifette ayne'l-yakîn derecesidir.
Hicri sekizinci yüzyılın ariflerinden İzzuddin Mahmut Kaşani yakîn derecesine ancak keşf ve şuhûd ile ulaşılabileceğini inanır ve der ki:
“Yakîn, vecih ve zevkin şahadetiyle beşeri perdelerinin ortadan kaldırılmasıyla ortaya çıkan hakikat nurudur. Bu nura, örtülere rağmen parladığı sürece iman nuru ve o perdeleri yırtarak ortaya çıktığı zaman da yakîn nuru denilir. Ama gerçekte bir nurdan başka nur yoktur.”
Ariflere göre kalp, hakikatlerin şuhûduna nail olabilecek güce sahiptir. Eğer kalp gözü açılırsa hakikatleri apaçık görür ve diğerleri bunu görmekten acizdirler. Eğer kalbin kulağı işitme yetisini elde etse hakikati duyabilir.
Filozoflar akli ve felsefi kurallara dayanarak anlama yetisine sahip olurlar. Örneğin ruhun tesirlerini görerek ruhu veya nefs-i tecerrütü (nefsin bedenden soyutlanmasını) ispat ederler. Ama arif kendi kalbiyle nefsi görebilir.
Filozofların bilmede kullandıkları alet genellikle akıldır. Ama arifin sermayesi ve temel dayanağı kalptir. Nitekim Mevlana şöyle der:
دل بود پاينده تن گردد هـــلاك
دل سوي جانان رود تن ســوي خــــاك
كار تن سهـل است فكر دل كنيد
فكـــر باطـــل را زدل زايــــل كنيــــد
“Kalp kalıcıdır, beden ise helak olur.
Kalp Canana –Hakka- yönelince beden toprağa yönelir (yok olur).
Bedenin arzuları kolaydır, siz kalbi düşünün.
Batıl olan düşünceleri kalpten süpürün.”
Kısaca akılla elde edilen bilgiye felsefe; kalp yoluyla ulaşılan keşf ve şuhûd'a ise irfan denilir. Bazı arifler de felsefeye ilim, irfana da basiret demişlerdir.