Saçları uzun, yüzü güzel bir gençti. Boyu, posu her şeyiyle insan güzeli vasfına yaraşır bir endamı vardı. Bir bakan bu Yusuf yüzlüye bir daha bakardı. Genç kızların hayran olduğu bu genç, aynı zamanda ailesinin de nazenin evladıydı.
Özellikle annesi onu çok sever ve şımartırdı. Hiçbir genç onun ailesinden gördüğü müsamahayı görmezdi. En güzel elbiseleri ona satın alırlardı. Zamanının gözdeleri olan Hadrami ayakkabılarını onun için temin ederlerdi.
En pahalı kokuları o günün şartlarında dışardan, ticaret kervanlarına sipariş ederdi. Öyle ki geçtiği sokaklara kokusu sinerdi. Oradan geçenler, biraz önce buradan geçmiş diye onun ismini anarlardı.
Akranlarından hep bir adım öndeydi. Cebinde sürekli para bulunur ve en güzel içecekleri içerdi. Öyle ki uyuduğunda bile başucunda bir tür içecek olan ka’b bulunurdu. En güzel atlara biner ve sık sık arkadaşları ile at yarışlarına katılırdı.
O günün sorun ve problemleri gündem edildiğinde pek ilgilenmez ve bu tür şeyleri büyüklerimiz düşünür derdi. Ta ki bir gün arkadaşlarında biri ona yeni bir bilgi verene kadar. Onun söylediğine göre; zamanın putlarını reddeden bir kişi zuhur etmiş. Kendisinin iddiasına göre son peygambermiş. Erkam bir Erkam’ın evinde kalıyormuş.
Vakit kaybetmeden denilen eve gitti. Kendisini Peygamber olarak tanıtan kişi ile görüştü. Mesajlarını birinci ağızdan, bizzat O’ndan dinledi. Zaten putperestliğe yatkın olmayan fıtratı hemen yeni dini kabul etti. Artık o bir Müslümandı.
Yalnız bir problemi vardı. Ailesinden göreceği tepki kendisinde bir huzursuzluk yaratıyordu. Zaten annesi de bir şeylerden şüpheleniyordu. Artık oğlu eskisi gibi eğlenceye ve at yarışlarına ilgi göstermiyordu. Akrabalarından birine onu takip etme görevi verdi. Kendisini takip eden akraba, onu namaz kılarken gördü. Hemen annesine haber etti.
Genç Müslümanı zor günler bekliyordu. Onu hemen hapsettiler. Müslümanlarla görüşmesine engel oldular. Ailesi onu yeni dininden vazgeçirmek için maddi ve manevi baskı altına aldı. Güzel elbiselerini, ayakkabılarını aldılar. Parasına el koydular. Onu yoksulluğa iterek bu şartlara dayanamayacağını zan ettiler. Ama bekledikleri gibi olmadı.
Fakat o nazenin hayata alışık biri için günler hiç de güzel geçmiyordu. İbnü’l-Esir’de İbn İshak, Hz. Ali’nin şöyle dediğini aktarır: “Bir avuç hurma karşılığında bir Yahudi’nin duvarını suladım. Daha sonra mescide geldim. Mus‘ab b. Umeyr de yamalı bir cübbe içerisinde mescide geldi. Hâlbuki o, Müslüman olmadan önce müreffeh bir hayat yaşıyordu. Hz. Peygamber (sav), onu o halde görünce, onun geçmişte yaşamış olduğu müreffeh hayatını düşünerek şimdiki haline ağladı.”
Yine İbn Sa’d şöyle aktarır: Hz. Peygamber (sav), bir gün ashabıyla sohbet ederken, Mus‘ab b. Umeyr yanlarına geldi. Üzerinde siyah beyaz çizgili bir parça elbise vardı. Elbisesini birbirine bir hayvan derisiyle birleştirmişti. Hz. Peygamber’in (sav) Ashabı onu o halde görünce, acıyarak başlarını öne eğdiler. Çünkü onların yanında onun bu durumunu değiştirebilecek hiçbir şey yoktu. Mus‘ab selam verdi. Hz. Peygamber (sav) onun selamını aldı ve onu överek şöyle buyurdu: “Dünyayı bütün ahalisiyle değiştirebilen Allah’a hamd olsun. Şu genç adamı görüyor musunuz? Önceden annesinin ve babasının en sevgili varlığı idi. Allah ve Resulünün sevgisi, anne ve babasının sevgisine galebe çaldı. O da Allah’ı ve Resulü’nü anne ve babasına tercih etti.”
CHP Genel Merkez Danışmanlarından olan Mücahit Avcı’nın; “Bu dönemde yaşasa AKP Gençlik Kolları Başkanı ya da ihale takipçisi olurdu” dediği Mus’ab bin Umeyr, işte bu anlattığım Mus’ab bin Umeyr’dir.
Bunca yanılgı ancak adı geçenin cehaleti ile açıklanabilir. Hem ne demişler? Biliyorsan konuş âlim sansınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar.