Akıllı bir adamın belalı bir kardeşi varmış. Etrafına zarar veriyor, kendisine sıkıntı çıkarıyormuş. Ondan kurtulmak için onu uzaklara götürüp orda bırakmaya karar vermiş. Yolda bir su pınarının başında konaklamışlar. Derken kabadayı bir adam çıkagelmiş ve suyu izinsiz kullandıkları bahanesiyle akıllı olanla önce tartışmaya sonra kavgaya tutuşmuş. Deli ise kendisine çamurdan bilyeler yapmakla meşgulmüş. Kardeşine yardım etmek bir yana “aman bilyelerime basmayın” deyip duruyormuş.
Akıllı, çarenin, rakibini bilyelere bastırmak olduğunu anlamış ve bir şekilde bunu gerçekleştirmiş. Deli hiddetlenmiş ve kalkıp kardeşiyle beraber adamı güzelce dövmüş.
“Yargıya güven azaldı. Türkiye’de artık tuz kokmuştur. Tarafsız ve adil bir yargıya ihtiyaç var. Yargı, intikam duygusuyla hareket ediyor. Hukuk egemenlerin kamçısı olmamalı.” Bu ve buna benzer birçok sözü özellikle son yılarda duysanız da aslında bu minvaldeki kanaat Cumhuriyet tarihi boyunca halkın genelindeki hâkim düşünceydi. Ancak ezilen taraf hep sesini duyuramayanlar olunca; yargının yaralara merhem yerine tuz olmasında sakınca yoktu. Ta ki birçok kesimin bilyelerine basılana kadar…
Erdoğan taraftarları, yıllarca emek harcayarak devletin farklı yerlerine yerleşmiş Gülen çevresi ile birlik olmuş; Kemalist odakları yargı sopasıyla dövüyorlardı. Bu arada kimi İslamî yapılar da hukuk darbelerinden payını alıyordu. Ancak belki geçmişteki darbelere nispeten hafif ve aralıklı olmasından belki de vuranların kardeş sayılmasından fazla göze çarpmadı. Ergenekonvari yapılanmalar dalga dalga avlandı. Öyle ki son süreçte serbest kalmış olsalar da eski işlevlerine yerine getiremeyecek kadar hırpalandılar.
Bu süreçte AK Parti ve “Cemaat” çevrelerinde “Yargı süreci devam ediyor. Yorum yapmak doğru olmaz. Hukukun işlemesini bekleyelim” ve “Yargı kararıdır. Saygı duymak lazım” anlayışı, hâkim demokrasi kültürüydü.
Yalnız yüksek yargı yeterince ele geçirilememişti ve bu önemli bir sorundu. Strateji belliydi: HSYK’yı ele geçirmek. Çünkü bu kurum yargının her tarafını şekillendiriyordu. AK Parti bunun için Anayasa maddelerini değiştirmeye çalıştı; olmayınca referanduma gidildi. “Cemaat” tarafı da “icap ederse ölülere oy kullandırma” gerekliliğiyle yurt dışından seferler düzenleyerek destek verdi. HSYK’da ağırlık oluşturuldu.
Plan işlemiş sıra hâsılatın bölüşülmesine gelmişti ki ortaklar birbirlerinden işkillenmeye başladı. Her biri diğerinin kuyusunu kazmaya başladı veya diğerini bunu yapmakla suçladı. İki taraf da gelen kazma seslerinden ürktükçe ürktü. MİT kriziydi, dershanelerin kapanmasıydı derken Aralık operasyonlarıyla, ben diyeyim çamurdan bilyelere basıldı; siz deyin, Avusturya veliahdı öldürüldü.
Savaşın başında yargının işleyişinden hükümet tarafı veryansın etti. Beylerin yargılanmaması için elden gelenler esirgenmedi.
İlerleyen aylarda yargı ve kolluk sopalarını hükümet kullanınca bu kez Gülen çevresi başladı feryada. Soruşturmalardaki usulsüzlüklerden, yargılamalardaki hukuksuzluklara hatta Mahkeme-i Kübra’ya havale etmelere kadar yıllarca kendilerine yöneltilen her argümanı onlar kullanır oldu. Mahkeme-i Kübra demişken Balyozcuların bile buna sarıldıklarını gördüğümde; başı sıkışan kim olursa olsun Allah’a yalvarır gerçeğini düşünmüştüm. Tıpkı mahşer günündeki gibi…
Hukuk bu kadar tartışılırken meselenin erbabı boş durmamalıydı. Onlar da fırsat buldukça hukukun kirli çamaşırlarını taraflılıktan kutuplaşmaya kadar orta yere seriyorlar. Sanırsın ki bu beyler dünyadan el etek çekmiş, inzivada birer derviş.
Hâlbuki yargının ev sahipleri ömürlerini adalet(sizlik) saraylarında geçirmişler. Her biri gözleri açık –hatta kimi zaman zanlıyı daha iyi görebilmek için mikroskop, teleskop bilumum teknolojiyi kullanan- adaletin dişlileri. Geçmişlerini araştırsan bazılarının 12 Eylül darbesinde hâkim, bazılarının 90’lı yıllarda DGM savcısı, bazılarının 2000’de aylar süren gözaltlılara göz yuman hukuk(!) adamları olduklarını öğreneceksin.
Yargıdaki çürümüşlükten şikâyet eden beyler, on yıllardır yargının halka karşı sistemin bekçiliğini yaptığını bilmiyor gibiler. Sözde, iliklememek için düğmesiz cübbe giyenler 28 Şubat sürecinde brifinglerle hareket etmemişler miydi? Bugün albenili laflar kullananlar yıllarca muktedirlerin av köpekleri gibi muhalif duranları vahşice yakalıyor, ısırabildiği kadar ısırıyordu. Ondan sonra da ömürlük cezalara çarpıyordu. Gözaltındayken diş fırçası verilmedi diye şikâyet edilirken; insan, dişlerin kerpetenle söküldüğü terörle mücadele binalarını hatırlıyor ve sinirinden ne yapacağını şaşırıyor.
Evet, AK Parti döneminde hukuksuzluklar yaşanıyor. Katılıyorum. Ancak yetkililerin bundan şikâyet etmeye hiç hakları yok. Hele eski egemenlerin konuşmaya bile hakkı yok. Çünkü onların dönemlerinde bazı insanlara değil adil yargılanma hakkı, yaşam hakkı bile tanınmıyordu.