Uluslararası güçlerin İslam dünyasını İslamsızlaştırma projesi, Kürtler üzerinde etkili olmamıştı. Ne Osmanlı'nın son dönemindeki Batılılaşma ne de Cumhuriyet'in getirdiği çağdaşçılık Kürt coğrafyasını İslamsızlaştırma projesini başlatanları tatmin edecek neticelere ulaşmıştı.
Batılılaşmanın siyasi mağdurları Kürtler, “cahil, geri kalmış” hakaretlerine aldırış etmeden modernleşmeye direniyorlardı.
Kürtler arasında, sekülerizm yok muydu? Geleneksel sekülerizm olarak vardı hem de her an kendisini hissettirecek kadar etkindi. Camideki hayatla düğündeki hayat arasında anlaşılmaz bir çelişki vardı, tekkede şeyhe gösterilen saygı ile aşiretler, aileler arasındaki kavgadan sonraki barış girişimlerinde şeyhe gösterilen saygı farklıydı. Ama Kürtler arasında politik-siyasi sekülerizm yoktu. Kürtler, kendilerini asla uluslararası seküler yapının müttefiki olarak görmüyorlardı, ondan bir hayır ummuyorlardı. Aksine Müslümanlarla uluslararası yapı arasındaki her tür mücadele İslam'ı destekliyor, uluslararası yapıyı suçluyorlardı.
Geleneksel sekülerizm, uluslararası güçler için anlam taşımıyordu. Geleneksel sekülerizm onlarla işbirliğinin yolunu açmıyordu. Onların aradığı, kendileri ile işbirliğini getiren, etkisine aldığı kişi ve yapıları Batılılaşmanın militanına dönüştüren siyasi sekülerizmdi.
KÜRTLER ARASINDA SİYASİ SEKÜLERİZMİN YAYILMASI
1960'lı yıllarda Kürtler, bölge devletlerinin kurumları kullanılarak siyasi sekülerizme tabi tutuldu. Sosyalizm, bir proje doğrultusunda Kürtlerin arasında yayıldı. Sonuç özellikle Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtler açısından hiç de uluslararası güçlerin umduğu kadar başarılı değildi. Halkın ezici bir çoğunluğu kendilerini “azad” edeceklerini iddia eden siyasi sekülerist sosyalist gençlik gruplarından nefret ediyordu. Bunun için halkın bir kesimi 12 Eylül 1980 darbesini dahi olumlu karşılamıştı.
Oysa büyük felaketi 1980 darbesi getirdi. Bölge, baştanbaşa bir işkencehaneye dönüştürüldü. Hayatları boyunca sosyalizme hiç ilgi duymamış, Kürt milliyetçiliği yönünde de bir eğilim içinde olmamış, aile reisleri, köy halkları sadece kapalı alanlarda değil, bizzat köy meydanlarında işkenceye tabi tutuldu. Cezaevleri, sosyalist eğitim kampına dönüştürüldü. Türkiye'de bir dönüşüm için bu koşullar oluşturulurken Sovyetlerin etkisindeki Suriye BAAS Partisi'nin maharetiyle Lübnan'da PKK'ye kamplar verildi.
Bir zamanların Türkiye-Suriye sınırı, 12 Eylül'den sonra alınan sıkı tedbirlerle, “kaçakçı” diye etiketlenen, geçimi uğruna canını veren tek kişinin geçmesine izin vermezken, mayın tarlaları geçim derdinde olanlar için mezarlığa dönüşmüşken PKK hiçbir mensubunu kaybetmeden, hudutta tek bir kez olsun çatışmaya girmeden dağlara ulaşabiliyordu. Siyasi sekülerist PKK'nin bölgeye yerleşmesi için uluslararası bir dayanışma vardı. O dayanışmanın Türkiye'nin içine uzanan mensupları PKK'nin Kürtler arasında etkili olması için aklın almayacağı yöntemler geliştiriyor, siyasi militan bir sekülerizm ilk kez Kürtler arasında yol alıyordu.
KÜRTLER ARASINDA YÜKSELEN İSLAMLAŞMA HAREKETİ
Koşullar bu yönde iken bir avuç insan, cesaret edip İslam'dan söz ediyordu. Üstelik İslam, onlar için camide kulak verilip düğünde unutulan bir vaaz değildi, kitapevlerinde, çayhanelerde konuşulan entelektüel bir gevezelik hiç değildi. Onlar, geleceğin siyasi yapısını değiştirecek bir dinamizme sahip yeni bir sosyal yaşam inşa ediyorlardı. Yaptıkları kendi açılarından İslam'ın ihlasla anlatılmasından ibaret olsa da uluslararası sistemin yerel siyasi analizcileri onların faaliyetlerini böyle okuyorlardı. Çünkü cami, tekke, çayhane, şehir, kasaba, köy, düğün, taziye demeden her yere ulaşıyorlar, her yerde inançlarını anlatıyor ve kendilerini dinleyen herkesi etkiliyorlardı. Adeta Şeyh Halid, Hindistan seferinden dönmüş de irşadına başlamıştı. Adeta İmam Hasan el-Benna mezarından kalkmış da İsmailiye günlerindeki gençlik heyecanıyla tebliğini yapıyordu… Adeta Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri, dünyaya dönmüş de risalelerini yeniden yazıyordu.
İslam'a yönelik siyasi düşmanlık, İslam'a yönelik iştiyaka vesile oluyor, halktaki kurtuluş arayışı İslam'a meylediyordu. Mesele, PKK'nin sosyalizmini aşmıştı. PKK, İslam'ı anlatan gençlerle mücadele etmekten acizdi. O gençler, kimseden bir ücret talep etmiyordu. İslam'a samimiyetle inanan herkesin sevgisini kazanıyordu; halk, dünyanın belki hiçbir yerinde olmadığı kadar İslam'ın siyasi yönünü de gündeme getiren gençliğe bu kadar hayranlık duyuyordu.
İSLAMLAŞMAYA KARŞI KÜFRÜN İTTİFAKI
Umut büyümüş ama Bölgeyi İslamsızlaştırmayı planlayan güçlerin gözlemcilerinin uykusu da kaçmıştı. Gayet mütevazı bir etkinlik içinde olduklarını düşünen gençler, kendilerini aniden akıl almaz, tahammül edilmez bir düşmanlıkla yüz yüze bulmuşlardı. Her şey sinir bozucu ve her şey kahrediciydi. Birbiriyle ilgisiz görünen hatta birbirine düşman görünen nice yapı aniden müttefik olmuş, o gençlerin hizmetini bozmaya, saptırmaya ve durdurmaya doğru harekete geçmişti.
Aman ya Rabbim! Senin ne çok düşmanın varmış! Çıkar düşkünlükleri ve korkuları yüzünden küfre saygıda kusur etmeyen, din üzerinden geçinen adamlar, onlara her yerde “gerici” diye hakaret eden sosyalistler ve sözde o sosyalistlerle çatışma halinde olan devlet bürokrasisinin herhangi bir kademesinde görev yapan adamlar adeta aynı sofraya oturmuş, beraber zıkkımlanıyorlardı. Zavallı gençlere, iftira atıyor, hakaret ediyor, onlarla toplum arasına girmeye çalışıyorlardı.
Artık cami yolu eskisi gibi güvenilir değildi. Bölgede meyhane yoktu ama başıboş nice insanın oturuverdiği kahvehane vardı ve kahvehaneden dönüş camiden dönüşten daha güvenilir oluvermişti.
Dün, din üzerinden geçinenlerin dövdüğü cami talebelerini artık kiminle bağlantılı olduğu bilinmeyen çeteler dövüyordu.
Dün, eve gidip İslam'dan söz edince babası-annesi tarafından alnından öpülen çocuk, o gün şiddetle uyarılıyordu.
Dün, kolundan tutulup İslamî sohbete getirilen çocuklar, bugün kolundan tutulup camiden götürülüyordu.
Geleneksel yöntemler iş görmeyince sosyalist PKK devreye giriyordu, aileleri tehdit ediyordu, ölümle korkutuyordu ve zavallı çocuklar, Allah'a yemin olsun ki, İslamî sohbetlere gelmesinler diye evde hapsediliyor hatta kimisi zincire bağlanıyordu. “Oğlum, senin iyi bir Müslüman olman için önce yaşaman lazım! Sen, böyle devam edersen hayatını da Müslümanlığını da yaşayamayacaksın! PKK, seni de bizi de vurur! Yapma!” diyen ailelerin sayısı artıyordu. O aileler İslam düşmanı değildi, evlatları da onları İslam düşmanı olarak görmüyordu, küfre inat onları tekfir etmiyordu aksine onların affı için dua ediyordu.
BÖLGEYİ DİZAYNDA YENİ PİYONLAR
90'lı yılların ortalarına doğru gelindiğinde PKK'nin şiddetiyle o gençlerin durdurulmayacağı anlaşılmıştı, kültürel yöntemler de işe yaramamıştı. Bölgeye gönderilen, kimi şu veya bu fikriyatta, kimi gençlerin yolunu Suudî'nin dokumuzla çatışan dünyasına çağıran, kimi mezhebini değiştirerek onları İslam tarihinin içinden çıkılmaz tartışmalarına sürükleyen dergiler iş görmüyordu. Gençler, o dergileri çöpe atmasa da yakmayı biliyordu. Tarihin beyhude tartışmalarına orada yer yoktu. Bidat edebiyatçıları da mezhep daileri de oradan eli boş dönüyorlardı.
İşte bu noktada uluslararası güçler, CIA veya MOSSAD, adı hiç fark etmez, Kürtlerin İslamileşme tehdidi altında olduğunu söylüyor ve devlet bürokrasisinden tedbirlerini şiddetlendirmesini istiyordu.
İSLAMLAŞMA ve İŞKENCE SAFHASINDAKİ YAPAYALNIZLIK!
Dün cami yolunda çetelerce dövülen Kur'an talebesini artık üniformasız da olsa eli telsizli memur alıyor, dövüyor ve işkencehanelere götürüyordu.
Dünyanın en korkunç işkenceleri, işkencecilerin “Oğlum, biz bugüne kadar bunu kimseye yapmadık” diye tanıttıkları işkenceler gencecik bedenlere yapılıyordu.
Ve o gençler ki İslam dünyasının neresinden bir ses duyulsa ona karşılık vermişlerdi ama kendileri işkencehanelerde yapayalnız bırakılmışlardı. Her şey sinir bozucu ve kahrediciydi, bütün sistem onları saptırmaya ayarlanmıştı.
İşkence öylesine bir boyuta varmıştı ki teselli olmak zorlaşmış, iman tehlike ile yüz yüze kalmıştı. Uluslararası güçler, adeta “Çağın tanrısı biziz” diyorlardı da diledikleri her gücü kendi düşmanları olan o çocuklara karşı harekete geçirebiliyorlardı. Ama bu ne inattı ki esteğfirullah o ne sabırdı ki hiçbir güç o çocukların imanını sarsamıyordu, onları saptıramıyordu. Fesüphanellah, onlar tekfir etmemekle hatta çoğu zaman kızmamakla ne çok isabet etmişlerdi ki dün zulmün korkusuyla onları zincire bağlayıp evde tutmak isteyen aileleri daha zor günde onların biricik dostu oluvermişti, o aileler çayhaneler yerine ekranlarda din edebiyatı yapanlardan, kendilerini geleneksel dindar diye aşağılayan din edebiyatçılarından daha dindar olduğunu ispatlayıvermişti. O gençler, en zor günde, Allah'a inananlar içinde kendilerine yardımcı olarak sadece yakınlarını ve bir avuç yol arkadaşlarını buluvermişlerdi.
Hey! Dün, bu gerçeğe gözlerini kapatanlar, bugün uzaktan da olsa gözünüzü açabilecek misiniz? Bölgenin İslamsızlaştırılma projesini anlayabilecek misiniz? Siz, dünyanın dört bir yanını karıştırıp sonraki gün yazacaklarınıza malzeme olsun diye Müslümanların acılarını arayanlar, size acıya katılma sorumluluğu yüklemese de sizin dilinizle bir “Özür dileme” sorumluluğu yükleyen bu acıları uzaktan da olsa duymaya, görmeye, anlatmaya cesaret eder misiniz? Sizin, günahlarınızdan dolayı Allah tarafından affedilmeniz için dua etmeye devam eden o gençlerin yüzüne bakamıyorsunuz bari onlara eziyet edenleri övmeyiniz, suçu düşmanda arayacağınıza onlarda aramayınız? Başkalarını eleştirmeyi bilir, kimseye dua etmeyi bilmezsiniz, o gençlerin dualarınıza ihtiyacı da yoktur herhalde, bari ıslah olmanız için dua ediniz.