Bir cinnet hali almış başını gidiyor

Abdullah ASLAN
Malumunuz geçenlerde ABD’de bir psikopat “öğretmen” annesine ait silahla annesi dâhil olmak üzere 26 kişiyi kurşun yağmuruna tuttu. Ölenlerin 20’si daha 5-10 yaşlarındaki çocuklar. Bu, ABD’nin ilk, okul katliamı değil tabi. Daha önce de benzer katliamlar olmuştu... ABD dünyanın değişik yerlerinde çocuk katliamlarını gerçekleştirirken kendi içindeki çocuk katliamlarıyla da sarsılmaya devam ediyor.

Bu katliamlar sadece okullarda yapılmadığı gibi sadece ABD’de de vuku bulmuyor. Dünyanın birçok yerinde ve Türkiye’de de dehşet verici olaylar yaşandı, yaşanıyor. Daha geçenlerde bir baba; eşi ve uykudaki çocukları olmak üzere bir aile katliamına imza atmıştı ne yazık ki.

Ve daha başkaca korkunç öldürme biçimleri... Annesini parçalayıp sandığa koyduktan sonra babayla “anne kayıp” ilanı için polise başvuran cani/caniler oldu/ oluyor maal hüzni vel esef.

Bu nasıl bir nesil… Bu nasıl bir çocuk… Bu nasıl bir baba portresi anlamak mümkün değil! Birbirlerine yardımcı olmak suretiyle birbirlerini koruyup kollamaları gereken bu hemcinsler nasıl da birbirlerini “yer” duruma geldiler veya getirildiler. Hangi yaşam biçimi ve eğitim sistemi insanı böylesi canavarca bir pozisyona itebiliyor.

Bu, insanlıktan uzaklaşmanın doğal halidir. Bu cinnet hali, bir idare şeklinin aslında tezahürüdür. Maneviyatsız ve madde endeksli eğitilme ve idare edilmenin sonuçlarıdır bütün bu olanlar.

Geçen hafta gazetemizin manşeti tam da çocuklarla alakalıydı. Şuan sadece Türkiye’de 21 bin kayıp çocuktan söz ediliyor. Kim bilir bunların kaç tanesi hayatta, kaç tanesi öldü ya da öldürüldü. Hayatta kalan her biri yarın öbür gün evlenip çocuk ve aile sahibi olacak, ama neredeyse hiç anne-baba sevgisiyle tanışmamış aile reisleri olarak.

“Çocuklarımız Kaybolmasın” başlığıyla manşet olan yazıda Adıyaman Üniv. Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Süleyman Karacelil, “Ülke çapında doğru ve etkili anne baba olmaya dair eğitimler ivedilikle verilmeli ve bu süreç devlet tarafından desteklenmelidir. Ayrıca ailenin, okul kurumlarının ve çevrenin çocuğu muhafaza görevini resmi ve zorunlu görev olmaktan öte manevi mesuliyet duygusu olarak yeniden hatırlamalarını sağlamak, bu duyguyla vazife icra etmeye yöneltmek belki de sorunun çözümünde nirengi noktasıdır” ifadelerini kullanırken, Molla Beşir Hoca da kötülüklerden korunmak için kalplerin Allah ve Resulünün sevgisiyle dolu olması gerektiğini ifade ettikten sonra kaos ve kaybolmanın sebeplerini şöyle açıklıyordu: “Okullarda manevi eğitimin olmaması buna sebep olan etkenlerdendir. Toplumdaki cehaletin, maneviyatsızlığın yaygınlaştırılması adeta teşvik ediliyor. Böyle bir toplumda, bu tür olayların yaygınlaşması kaçınılmazdır. Bir an önce maneviyatın gerek okullarda, gerekse de toplum içinde yaygınlaştırılması için imkânların seferber edilmesi gerekiyor.”
Beşir Hocamızın belirttiği gibi bütün bu vakıalar karşısında herkes ama herkesin, toplum bireylerini sahil-i selamete çıkarma gayreti ve düşüncesinden başka, öncelikli vazifesi ne olabilir ki? Siyasetçi topu medyaya atıyor; medya, sözde toplumu aydınlatma adına bilinçlendirme ve bilgilendirme görevini yaptığını söylüyor. Eğitimci topu ailelere atıyor, aileler eğitim sistemini suçluyor. Yani kimse sorumluluğu üzerine almıyor. Böyle olunca da kötülükle savaşta bir konsensüs sağlanmıyor. Şeytanlar da bundan yararlanıp her gün yeni katliam ve cürümleri işletmekle keyiften kabına sığmıyor ve yeni proje ve planlarla aramızda hinlik yapmaya devam ediyor.

İyilik adına atılacak adımlar niye zor oluyor? Niye hep “sonra”ya yani “konsensüse” “zamana” “ortamın olgunlaşması”na “fincancı katırlarının ürkütülmeyeceği vakte” erteleniyor? Ve bir türlü söz konusu zaman da çoğu sefer gelmiyor. Ama niye kötülükte hiç zaman tanınmıyor? Genelde “hemen şimdi” oluyor. Bir zamanlar çocukların gittikleri camilere “hemen” kilit vurulurken bugün bırakın büyüklere, küçüklere yani çocuklara “alışsınlar” diye içki ikram eden AVM’lere ayıp olmasa çıt çıkarılmıyor! O alış veriş merkezlerinden bir ikisine on günlüğüne kilit vurulsaydı daha “yanlışlıkla” da olsa böyle bir şey yaşanır mıydı? Sahi merak ediyorum: Şeytanlar bu kadar güçlüyse o zaman “iktidar” veya “muktedir” oluşumuz nasıl oluyor?
Selam ve dua ile…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.