Son üç asırdır milliyetçiliği İslam'a alternatif olarak piyasaya süren güçler, bunun meyvelerini Türk ve Arap coğrafyalarında doyasıya devşirdiler.
Bu tecrübe ile Kürdistan coğrafyasında da aynı meyveyi tekrar dermek-devşirmek isteyen küresel oyun kurucu güçler, isminde “İslam devleti” ibaresi bulunan kapalı bir yapının Kürdistan coğrafyasında tur atmasına seyirci kaldılar veya göz yumdular.
Farklı yan etkileri bulunmakla beraber IŞİD üzerinden İslam'a mal edilen barbarlık veya katliam görüntülerinin en önemli amaçlarından birinin de “Geç Kalınmış Kürt Milliyetçiliği”ne ivme kazandırmak olduğunu düşünenlerdenim.
IŞİD'i İslam'la özdeşleştirerek Kürde, “İşte malına, canına, namusuna kast eden budur!” diyen gücün İslamilik yönü hala ağır basan bir halkı milliyetçi bir kıvama getirmeye çalıştığı aşikârdır.
Tahterevallinin iki ucu gibi, biri ağır basınca diğeri boşlukta kalacak çünkü.
Küresel, ulusal ve yereldeki medya destekli algı operasyonları eşliğinde, Şengal ve Kobani'den yüksel(til)en Kürt Milliyetçiliği'nin, daha önce AK Parti'ye oy veren muhafazakâr Kürtleri İslam referanslı HÜDA PAR'a değil de “Kürt Milliyetçisi” etiketi vurulan HDP'ye yöneltmesinin asıl nedenini de burda aramak gerekir.
Üzülerek belirteyim ki Türkiye Siyasal İslamı adına özne görevi gören çok farklı unsurlar, son elli yıllık süreç içerisinde ‘sonuçlara' karşı mücadele etmekten ‘sebeplere' vakit ayıramaz oldular ve her zamanki gibi bu konuda da çok geç kaldılar.
Tehlikenin farkında olan ve Kürt halkının yaradılışla verilen haklarını “Li Tearefu” bandına getirmek isteyen hakkaniyetli çabaları da İslam adına “sakıncalı” buldular.
Bu husus, en hakiki çözüm sizde olsa bile sahte veya çakma bir yapının markasını size ve hakiki çözümlerinize rağmen tescil ettirmesi ile sonuçlandı.
Lokumun Türklere ait olduğu bir gerçek olabilir ama erken davranan Rumların bunu “Kıbrıs lokumu” şeklinde tescil ettirmesinin gerçekliği veya gerçekleri tersyüz etmesi gibi...
Markanın çakma olduğu, Güney Kürdistan'ın bu doğrultudaki kazanımları ile kuzeydeki kırk yıllık çatışmalı süreç sonunda “Kürtler lehine ne gibi kazanımların ortaya çıktığı” şeklindeki sorgulama ve kıyası ile ortaya çıkmaktadır.
Çakma marka sahiplerinin “Kürdü yok saymış, Kürde dışkı yedirmiş Kürt meselesinin yegâne müsebbipleri ile ittifaklar kurmuş” olması bile artık bir şey ifade etmemektedir.
Hatta Zilan, Piran, Dersim ve 12 Eylül vahşetlerine imza atmış müesses nizamın bekçilerine “Sizinle değil, Erdoğan'la sorunum var!” diyerek maskesini açıktan indirmesinin bile çok bir anlamı olmamaktadır.
Özgürlükleri ellerinden alınmış halkların bir yandan özgürlük ihtiyaçlarını sürekli körükleyen, diğer yandan ise tam bir şeytanlıkla bunu kendi lehine kârlı bir ticarete dönüştüren küresel tezgâh, tıkır tıkır işliyor.
Zulüm görmüş Kürt halkının haklı öfkesinin üzerine oturup bu öfkeyi tamamen Kürtlerin aleyhine olacak bir şekilde kullanan çakma marka sahiplerinin bu küresel tezgâhlarda “tezgâhtarlık” yaptıkları da apaçık ortaya çıkmış durumdadır.
Sonuç, ellerine yazılı metin veya pankart tutuşturulmuş birkaç kişilik gruplarla ilan edilen kanton, özyönetim, özerklik tiyatroları…
Sahipsiz ve değerli bir halkın haklılığını çalan hırsızlar…
Halk için elbet(!), halka rağmen olsa da…
Ve bir kez daha yangın yerine dönen mazlum bir coğrafya…
Bu sefer yanan sadece Kürdistan değil, yürekler de yangın yeri!
Selam ve dua ile…