Altında sivri uçlu kazıklar bulunan büyük bir çukur çizer, içini dibini göstermeyecek bulanık bir su ile doldurur üzerine SURİYE yazardım. İçine Batılılar tarafından atılmış ancak rahat olmasa da çukurun kenarındaki dallara budaklara tutunmuş hayatını idame ettiren masum insanlar çizerdim. Sonra çukurun kenarında duran bir adam resmi çizer üzerine TÜRKİYE yazardım. ABD ve Batılıların ağzından baloncuklar çizer içine “sen kahramansın, sen yiğitsin cesursun bu içerde boğulmakta olan insanlar senin kardeşlerin akrabaların, bu zavallıları bu çukurdan çıkarmalı insanca bir hayata kavuşturmalısın haydi yiğidim kurtar onları ATLA” yazardım. Sonra atlamakta tereddüt eden (kafasının içine soru işaretleri çizerek) Türkiye'ye arkadan bir ABD tekmesi resmeder uçurumun içine ittiğini çizerdim.
Yanına “sonra” yazar aynı çukurun kenarında Türkiye'nin itilmesini “atlamış” gibi algılayıp kahramanlarını alkışlayan Türkiye halkını çizerdim. Ancak aynı halkın zamanla çukurdaki suyun renginin kızıllaşması karşısında nasıl bir korku ve tedirginliğe kapıldığını çizer, çukurdakiler çırpındıkça nasıl kesici ve delici kazıklarla parçalandıklarını resmederdim. Sonra boğulmak PARÇALANMAK korku ve paniğine kapılan Türkiye'ye kafasında kippa, üzerinde altıgen yıldızı ile israilin el uzattığını çizer bir baloncuk içerisine “gel seni bu bataklıktan kurtarayım” yazısını yazardım. Elini tutmasını beklediği ABD ve Batı'nın çukurun kenarından uzaklaştıkları Müslümanları içine atmak üzere yeni çukurlar için planlarla meşgul olduklarını çizer, israilin arkasında duran başında kefiyesi üzerinde agel olan Arapların adeta tempo tutarak “tut onun elini kurtul” dediklerini çizerdim.
Uzaktan koşarak gelen birini çizer baloncuğun içine “sakın onun elini tutma o seni cehennem çukuruna çekecek kendini kurtarmanın başka bir yolunu bulmaya çalış!” feryatlarını yazardım.
Karikatürüm bundan ibaret olurdu.
Umudum ve temennim bu Siyonist elin havada kalmasıdır. Ama tutulursa da şaşırmam. Zira bunun mazeretini(!) bize daha önce söylemişlerdi “Devlet yönetiyoruz bakkal dükkânı değil!”
“Denize düşen yılana sarılır” atasözüne göre “yılana sarılmak” bütün tehlikesine rağmen mazeret kabul edilmiştir. Ancak bunun ön şartı kazara denize düşmektir. Atlamak, dikkatsizlik ve özensizlik sonucu itilmek, mazeret midir? Türkiye denize hem de kan denizine düşmüş görünüyor. Beraberinde İhvan ve Hamas'ı da nefes alamaz hale getirmiştir. Ancak, Gazze ve İhvanı nefessiz bırakan “Sisi Firavunu” ve müttefikleri ile beraber hareket etmek Türkiye'yi iflah eder mi?
Osmanlının parçalanması, Hilafetin ilgası ve ardından kurulan laik seküler rejimin inşasında Şerif Hüseyin'in rolü herkesin malumudur. Şerif Hüseyin'in meşhur beyannamesinde Osmanlının cürümleri sabitti. Yönetim İttihatçılar tarafından giderek ırkçılaşıyor, faşistleşiyor ve İslam'dan uzaklaşıyordu. Belki Osmanlı yönetiminin yeniden ıslahı için bir kıyama da hak verilebilirdi. Ancak bu iş İngilizlerin işbirliği ile olacak iş değildi. İngilizlerin dostluğu ve müttefikliğini meşru görmek Kitabı Kerim'imizin açık hükmüne aykırı değil midir? Bu ittifakın sonuçları ortada, ıslah yerine yıkım ve yok olma vuku bulmuştur.
Türkiye'nin Suriye politikası kimse kızmasın ama Şerif Hüseyin'in politikasına benzemektedir. Suriye halkının mazlum olduğu haklı taleplerinin desteklenmesi gerektiği, yönetimin zalim olduğu tartışmasızdır. Ama Müslümanların ıslahı, huzuru ve refahı İslam düşmanı ABD, Rus, AB ve israil gibi İslam ile düşmanlığı her türlü şüpheden uzak olanların ittifakı ile asla mümkün değildir.
Gelinen noktada Zalim Beşşar'ın gitmesini samimi olarak isteyen Türkiye'den başka ülke kaldı mı? ABD'nin İhvan-ı Müslimin'i terör listesine almasına itiraz edeni duyan oldu mu? Cumhurbaşkanımızın İhvan muhabbetini bilmeyen var mı? Kanaatimce bu ona dolaylı bir gözdağı vermektir. Şu an dünyada Beşşar veya PYD'yi desteklemeyen ülke kalmamış gibi. Umarım bu vahim politik hata bizi Sykes Picot'tan daha vahim bir Kerry-Lavrov anlaşmasına mahkûm etmez.