Abbasi devletinin hüküm sürdüğü bir dönemde Yakub-i Leys adında biri Halife'ye karşı ayaklandı. Ordusunu Bağdat'a sürdü. Halife tedbir aldığı için Yakub bozguna uğradı. Yakub aradan bir süre geçtikten sonra yeniden hazırlık yaptı. Bağdat'a doğru yola çıktığında korkunç bir illete müptela oldu. Öleceğini anlayınca kardeşi Amr-ı Leys'i veliaht olarak atadı, bütün hazinelerin defterini kardeşine verdi. Vasiyetten sonra da öldü. Kardeşi Amr-ı Leys, oradan Huzistan'a döndü. Asker ile halk, Amr-ı Leys'iyi Yakub'tan daha çok severdi. Çünkü Amr, himmetli, mürüvvetli, eli açık biriydi. Ülke ve saltanat işlerinde uyanıktı. Yol yordam bilirdi, o kadar cömertti ki mutfağını dört yüz deve taşırdı.
Ancak Halife ondan da korkuyordu. Bu yüzden Emir İsmail adında birinden Amr'a karşı ayaklanmasını istedi. Sonunda Emir İsmail, Amr'a karşı gelmeye karar verdi. Ordusunu topladı. Kamçısının ucuyla askerlerini saydı, on bini geçmiyordu. Üstelik süvarilerinin çoğunun üzengisi yoktu. Kimileri binek hayvanı olmadığı için zırhları hayvana yüklemişti. Bu haldeyken Amr'ın bulunduğu Belh'e geldi. Haber Amr'a ulaştı. Amr yetmiş bin tam teçhizatlı süvarisini hazırladı. Hepsi zırhlı ve donanımlıydı. İki ordu karşılaştı. Nasıl olduysa Amr, Belh kapısında yenildi ancak ordusunda bir kişi bile yaralanmadı, esir düşen de yoktu. Sadece Amr-ı Leys'i Emir İsmail'in yanına getirdiler, onu muhafızlara teslim ettiler. Burada yaşanan şey dünyanın acayip hallerinden biriydi.
Öğle vaktiydi. Amr'ın hizmetkârlarından biri ordugâh civarında dolaşırken ansızın Amr-ı Leys'e gözü ilişti. Amr ona “Bu gece yanımda kal, çok yalnız kaldım. Üstelik acıktım. Bir şeyler bul; açlığa daha fazla dayanamıyorum” dedi. Hizmetkâr elinde bir parça etle geldi. Askerlerden demir tava istedi. Eti tabağa koyduktan sonra bir parça tuz istemeye gitti. Bu sırada gün gitmiş akşam olmuştu. Derken bir köpek geldi, tavaya uzanıp bir kemik kaptı ama ağzı yandı. Köpek başını kaldırınca tavanın halkası boynuna geçti, tavayı da aldı götürdü. Amr bu hali görünce askerlere, muhafızlara döndü; “Benden ibret alın, sabahleyin mutfağımı dört yüz deve taşırdı, akşam bir köpek aşırdı. Sabah emirdim, akşam esir!”
Amr-ı yenen Emir İsmail, ileri gelenleri ve komutanları toplayarak dedi ki; “Şunu bilmelisiniz Amr-ı Leys himmetli, eli açık biriydi. Onun canına bir zarar gelmemesine, bu esirlikten kurtulmasına çalışacağım.” Sonra Amr-ı Leys'e birini gönderdi; “Hiç kaygılanma! Halifeden seni isteyeceğim, sana bir zarar gelmemesi için hazinemi bile bağışlarım.” Amr bu sözleri işitince; “Bu bağlardan asla kurtulamayacağını biliyorum. Ben ölmeden Halife memnun olmayacak. Ama bana güvendiğin birini yolla, diyecek sözüm var.”
Emir İsmail güvendiği birini ona gönderdi. Amr güvenilir adama; “Emir İsmail'e söyle. Yüce Allah bu ülkeyi benden aldı sana verdi. Bu iyiliğe layıksın. Şimdi sadece senin iyiliğini istedim. Yeterince hazinenin, desteğinin olmadığını biliyorum. Benim kardeşimin hazineleri çoktur. Hazinelerin defterleri bendedir. Hepsini sana veriyorum. Böylece sana destek olur; güçlenirsin, hazineni doldurursun.”
Hazine defterini çıkardı, Emir İsmail'e gönderdi. Güvenilir adam geldi. Emir İsmail'e dinlediklerini anlattı. Emir İsmail ileri gelenlere dönerek; “Görüyor musunuz? Amr o kadar kurnaz ki beni tuzağa çekip kandırmak, ebedi belaya uğratmak istiyor. Git, bu hazine defterini ona geri götür. Söyle ona; hani sen benim iyiliğimi istiyordun. Bu nasıl iyilik istemek! Sen ile kardeşin ömür boyu bu haksız parayı biriktirdiniz. Şimdi benim boynuma yıkmak istiyorsun. Bütün bu malları yetimlerden, dullardan zulümle aldınız. Kurnazlıkla, eli çabuklukla bunları benim boynuma atıyorsun. Benim bu para ile işim yok. Yarın kıyamet günü yetimler, dullar, mal sahipleri bunları sizden isteyecek, onlara verirsin. O zaman biz onları İsmail'e verdik, ondan isteyin dersiniz. Buna dayanamam.”
Evet değerli okurlar! Köşeme taşıdığım hikâye, 1018-1092 yılları arasında yaşamış olan Nizamulmülk'ün kaleme aldığı Siyasetname'de geçiyor. Hikâyede herkesin kendine bir hisse çıkaracağını mülahaza ettiğimden dolayı paylaşmak istedim. Dünya malı için kan dökenlerin ve her çeşit yalanı atanların çok olduğu günümüzde böyle asil davranışlar göstermeye ne kadar da ihtiyaç var. Yöneticilerimizin, dindarlarımızın, elinde güç ve imkân olanlarımızın dünya malına meyletmeyip böyle davranmaları gerekmez mi? Oysa günümüzde bütün bir dinar için yüz hatta bin doğruyu batıl ediyorlar. Ve maalesef bunu helal sayıp akıbetlerinin nasıl olacağının hesabını yapmıyorlar. Rabbimiz akıbetimizi hayr eylesin.