Bir lokma, bir hırka!” yeter mi? Ne dersiniz? Bence yetmez. Eski zamanlarda bir dağda, bir mağarada bir köyün ucunda bir lokma bir hırka ile geçinmek belki mümkün olabilirdi. Ama günümüz şartlarında şehir hayatında bu mümkün değil.
Ev kirası veriyor musunuz? Çoluk çocuğunuz var mı? Kaç çocuğunuz var? Çocuklar okuyor mu? Şehir içinde bir yerden bir yere giderken yolun ne kadarını yaya gidebilirsiniz? Bir şehir içi minibüse veya otobüsse binerken para vermeseniz ne olur?
Yukarıdaki soruları çoğaltabiliriz. Ama şimdilik bu kadarı ile yetinelim.
Şehir hayatında kira, bir evin toplam giderinin yarısını oluşturur. Mutfak giderleri, faturalar vb. giderleri karşılayabilmek için standart bir gelirin olması gerekir. Veren elin alan elden daha hayırlı olduğunu da biliyoruz. Bir yandan çoluk çocuğumuzun nafakasını temin ederken, çevremizdeki yoksulu, fakiri, ilim peşinde koşanı, öğrencisini de düşünmemiz lazım.
Toplumun hali ortada, toplumun ıslahı için emri bil maruf nehyi anil münker de yapmamız lazım. Bu işin de ucu dönüp dolaşıp maddiyata dayanıyor. Tüm nebi ve resullerin kendi kavimlerine, “Sizden bir ücret talebinde bulunmuyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir” buyruklarını biliyoruz. Tabii nebi ve resuller kendi nefisleri için bir şey talebinde bulunmadılar. Ama müminlerin mallarının temizlenmesi için ve yukarıda saydığımız hizmetleri yürütmek için zekât ve sadaka aldılar.
Peygamber Efendimiz de öyle yaptı. Hiçbir zaman kendi şahsına bir şey talebinde bulunmadı. Aldıklarını hep İslami hizmetin yararına kullandı. Hz. Hatice bir tüccardı. Mekke'nin en zenginlerinden biri idi. İslam ile müşerref olunca da İslam'ın en büyük destekçilerinden oldu. Peygamberimiz Hz. Hatice ile evlenince ondan aldığı malın tamamını İslami hizmette kullandı. Peygamberimiz vefat edince de hiçbir şeyi miras bırakmadı.
Aişe'yi Sıddika validemize çok fazla miktarda bir şeyler geliyordu. Akşama kadar hepsini dağıtıyor, yiyecek bir şeyleri kalmıyordu. Kuru bir kaç şeyle iftar edecek duruma geliyorlardı. Hizmetçisi: “Ey mübarek valide! Birazını da eve bıraksaydın da, biz de bir şey yeseydik. Böyle kuru bir şeyle iftarımızı açmasaydık ...” diyordu.
“Bir lokma bir hırka” demek mal varlığına sahip olmamak olarak anlaşılmamalıdır. İslam tarihine baktığımızda İslam'ın bel kemiğini oluşturan öncü sahabelerin “bir lokma bir hırka” ile yaşayan insanlar olsalar da kimisinin iyi bir mal varlığına sahip olduğunu görürüz. Sahabenin paralısı da parasızı da vardı. Parası olanların en iyi örneği Hz. Ebu Bekir'dir. Hz. Ebu Bekir'in iyi bir mal varlığı vardı. İyi bir tüccardı. Malı ile birçok Müslüman'ı ezadan kurtarmış, zor anlarda ortaya koyduğu malı ile İslam devletinin iyi bir destekçisi olmuştur.
Hz. Osman, Hz. Abdurrahman bin Avf gibi sahabelerde hem Mekke'de hem de Medine'de yapmış oldukları ticaret ile zenginleşmişler ve sahip oldukları iman sayesinde malın yegâne sahibinin Allah olduğunu, kendilerinin bir emanetçi olduklarını, kendilerinin malın esaretinde değil malın kendi esaretlerinde olduğunu ispat etmişlerdir.
Tüm sahabeyi kiram da zenginlik, para ve dünya hırsı tarzında değildi. Yeri geldiğinde Allah rızası için mallarının hepsini verebiliyorlardı. Kazanç yerleri helâldi ve harcama yerleri de helaldi.
Bizim yolumuz Peygamber Efendimiz ve sahabelerin yoludur. Yolumuzda herhangi bir ifrat, tefrit ve saplantı yoktur. Helalinden kazanır. Helal yola harcarız. Malın haramını ve hayırsızını istemeyiz. “Malımız olacak ise, bizi Allah'a yaklaştıran bir mal olmalı, uzaklaştıran değil” diyoruz. Bu yüzden “bir lokma bir hırka yetmez” diyoruz.
Selam ve dua ile…