Hristiyan batılı Avrupai ülkelerdeki sakinliğin aksine İslam coğrafyasında kimi ülkelerde kaos bitmek bilmiyor. Lübnan’da günlerdir süren gösterileri, ülkenin başbakanı Hariri’nin istifası da durduramadı. Irak’ta aynı şekilde süren gösterilerde iki yüzden fazla insan hayatını kaybetti. Protestoların sebebi ekonomik sorunlar, yolsuzluk, adaletle yönetilmeme gibi haklı gerekçeler. Mısır’da süren cunta rejiminin zulümleri ve ekonomik bunalımlar ise halkı patlama noktasına getirmiş durumda, yer yer gösteriler yapılıyor.
Gelelim savaşın sürdüğü topraklara, Suriye’ye. Baas rejiminin birkaç yıldır süren ve yarım milyon insanın hayatına mal olan katliamlarının ardından savaşın tam bitti-bitecek aşamasına gelmişken emperyal güçlerin çıkar hesaplı adımları çatışmaların sonlanmasına olanak tanımıyor.
Son kertede Amerika’nın çekiliyoruz-çekilmiyoruz yanıltıcı taktikleri eşliğinde işleyen süreçte Rusya’da gerçekleşen Soçi mutabakatı çerçevesinde PYD/Pkk 30 km geriye çekildi. PYD/Pkk çekilmesinin de, ABD’nin çekiliyoruz-çekilmiyoruz taktiğine benzerlik arz edebilir ya da farklı bir görev üstlenme şekli ile kendini gösterebilir. Türkiye’nin, sınır güvenliğini sağlama ve mültecileri topraklarına yerleştirme amacıyla birlikte ABD ile Rusya’yı bölgeden uzaklaştırmaya yönelik olumlu hesaplarının tutması ise zamana bağlı. İşgal altındaki Filistin’imizde ise her gün yıkım, katliam, sürgün, esaret ve işkenceler devam ediyor.
Peki, neden elin gavuru her türlü refah içerisinde yaşarken, yüksek İslam medeniyetine sahip coğrafyam insanı kan ağlar…
İki sebebi var; biri batı, diğeri bizden kaynaklı.
Batı ayağından başlarsak… Birbirlerinden milyonları öldüren batılı ülkelerin tahrif olmuş dinden de uzak ahlaksız yaşamlarına rağmen birlikte hareket ederek güçlü olabilmeyi başarmaları. Bu birlikteliği kendi insanlarına sosyal adalet, eşitlik ve hizmet olarak dağıtan batı, birlik hareketini Müslüman ülkelere karşı ise güçlü bir sopa olarak kullanmaktadır.
Yine bu birliktelikle uluslararası sistemi, kurumları, kavramları kendi normlarına göre inşa etmeleri.
Oluşturdukları sıradan bahanelerle göz diktikleri Müslüman ülkelerin yeraltı ve üstü kaynaklarını sömürmek için kaos oluşturmak, operasyon yapmak, işgal etmek gibi türlü yollarla amaçlarını icra ediyorlar.
Birlikte hareket ettikleri için sömürülecek ülkeye yapılacak operasyonda da ‘Ortak Koalisyon’ ile katılım sağlamaları gerekiyor ki pay sahibi olabilsinler. Aksi halde yaşadıkları bunca refahın kaynağı kısılabilir. Ki, dikkat ederseniz işgal altında tuttukları mesela Afganistan gibi Müslüman bir coğrafyada yapılan bunca katliama rağmen katil ülkelerin geri adım atmaması buna örnek. Aksi halde pastadan pay alamayacaklar.
Gelelim ‘biz’den kaynaklı sebeplere…
Arap coğrafyası, Asya, Afrika ve Avrupa’nın ortalarına kadar topraklarını fethettikleri ülkelere İslam’ın adaletini götüren sahabenin, ecdadın tek derdi vardı; rıza-î ilahi.
Kudüs’ün ilk fatihi Hz. Ömer de, son fatihi Selahaddin-i Eyyubi de Kudüs’ü fethettiklerinde insanların can, mal, din, akıl ve nesil emniyetini sağlama konusunda teminat vermişlerdi.
Harizmi’den el Biruni’ye, el Cezeri’den, Akşemsettin’e İslam alimleri, ilimde ve bilimde dünyanın yönünü değiştirmişlerdir. Ancak birçok alimin ilimle yoğrulmuş icadlarının yine Avrupalılar tarafından çalınarak günümüz torunlarına miras olarak kaldığına tarih sayfaları şahidlik ediyor.
Kendi insanlarına oldukça müsamahakâr olan batılılar girdikleri İslam beldelerini harap edip viraneye çevirmeden çıkmıyorlar. Çıktıklarında ise zenginliklerimizi kendilerine bağladıkları hortumlarla sabitleyip, parçalara ayırdıkları Müslüman coğrafyaları bizden görünen adamlarına teslim ederek çıkıp ülkeleri sözde bağımsızlığına kavuşturmuşlardır. 1910’da Arapları Osmanlıya karşı kışkırtan İngiliz ve Fransız hükümetlerinin, temsilcileri Sykes-Picot’un yüzyıl önce harita üzerinde parçalara ayırıp sömürgeleştirdiği Mısır, Lübnan, Suriye, Irak topraklarında yüzyıldır bitmeyen sorun bu ülkelerin tam bağımsızlığına kavuşamamasındandır. Bizden gibi görünen adamların oturtuldukları saltanatlarının sürmesi için ülkenin zenginliklerini batıya peşkeş çekmelerindendir.
İki milyara yaklaşan nüfusuyla İslam aleminin yaşanılabilir prototip bir İslam devletiyle kalan beş milyar insana umut olamayışı üzücü, ancak bu olmayacak anlamına da gelmiyor. Çünkü Asr-ı Saadette bunu başarmış bir peygamber(sav) vardır, devam ettiren ashabı vardır, o kutlu misyonu sürdüren alimler, devralan Selahaddinler, Fatihler vardır. Bugün de Asr-ı Saadetten tecrübeyle denilebilir ki; Kur’anî bir yaşam ve peygamber ahlakı bizi biz yapacak ve her rengi, dili ile Müslümanların birliğini sağlayacaktır inşallah.