Üç adayın yarıştığı cumhurbaşkanlığı seçimlerini Başbakan Erdoğan kazandı.
30 Mart seçimleri öncesi tapeler ve belgeler savaşı yaşanmıştı.
Bu kez biraz farklıydı.
Diğerlerine nispeten pek de gergin olmayan bir seçim yaşandı.
Bunun belki de en önemli sebebi E. İhsanoğlu gibi siyaseti pek de bilmeyen birinin Erdoğan’ın karşısına çıkarılmış olmasıydı.
Erdoğan, dişine göre bir rakip bulmuş olmanın bütün avantajlarını kullandı ve siyasi anlamda evire çevire dövdü İhsanoğlu’nu.
Bir de Demirtaş vardı seçimde.
Seçimlerde HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş, bazı analizcilere göre “psikolojik eşik” sayılan bir rakama çok yaklaştı.
Yüzde onluk barajın aşılabilmesi ihtimali hükümet karşısında elinin daha da güçlenmesini sağlayabileceği gibi dünyada da muhatap alınma anlamında önemli katkılar sağlayacaktı.
Demirtaş, sonuçlara bakıp her yerde örgütlenmekten, teşkilatların yaygınlaştırılmasından söz etti.
Böylece HDP, rejimin de istediği gibi etnik temelden sıyrılıp bir “Türkiye partisi olma” yolunda ilerlemeye başlayacak.
Alınan oyların bir kısmının İhsanoğlu’na tepki duyan CHP oyları olduğu yönünde iddialar vardı ki, bunun da yabana atılır bir tarafı yoktu.
Bu oyların ilk seçimde geri döneceği ve HDP’nin de hayal görmemesi gerektiğini söyleyenler olduğu gibi olaya çok farklı bir yerden bakanlar da vardı.
CHP’li Melda Onur, Demirtaş’ı solun yeni lideri diye takdim etti mesela.
Aslında CHP’deki karışıklığa ve parti içi muhalefete bakarak umudunu kesmiş bir Melda Onur’un bu sözleri söylemesini yadırgamamak lazım. CHP içinde ulusalcı kanat ile Kılıçdaroğlu ekibi arasında ciddi bir savaşın yaşanacağını hemen herkes tahmin ediyor. Bunun da beraberinde bir bölünmeyi getirmesi ya da ihraçların yaşanması CHP’nin zayıflamasına sebep olabilir.
Bu durumda güçlü bir medya desteğiyle alana sürülecek bir Demirtaş’ın sürpriz yapması işten bile değil.
Tabii bunun yaşanan birçok olayla doğrudan alakası var.
PKK çizgisindeki sol harekette keskin bir dönüşüm yaşanıyor bu günlerde.
Bir önceki seçimlerdeki proje tümüyle rafa kaldırılacak gibi görünüyor. Şerafettin Elçi’nin ölümü, Altan Tan’ın da aday gösterilmemesi ile “sol” kimlik keskin bir şekilde belirginleşecek.
Türk soluyla girilen ittifak, zaten talep ve söylemin değişmesini beraberinde getirecek.
Hareketin kurucu kodlarında bulunan Kemalizm ile bir sorunun yaşanması söz konusu değil.
Kılıçdaroğlu’nun tasfiyesi ile küsecek olan Alevi oylarının çekilmesi ile oy anlamında hedeflerin üzerine bile çıkılabilir.
Bir de madalyonun diğer yüzü var.
Seçim sürecine girilirken HDP’nin yüksek oylar alacağı söyleminin pompalanması ile seçimlere bağımsız olarak girmesinin önüne geçilebilir. Anket kuruluşları da sorunsuz bir şekilde işin içinden sıyrılabilir. Şirketler sonuç tahminlerini belirtirken “artı eksi 4” tezine sarılabilir ve HDP’nin oylarını bilinçli olarak 10 puanın üzerinde gösterebilirler. Bu şekilde seçimlere parti olarak ve her yerde girmesi teşvik edilebilir. Seçimlerde de katılım oranının artması ve emanet oyların gitmesi ile eski oranların ortaya çıkması, meclise hiçbir milletvekili gönderilememesine sebep olabilir.
Hükümet böyle bir şey ister mi?
Hiç sanmıyorum. Çözüm sürecinde -çok az yer alsalar da- vekillerin bulunması hükümetin istediği bir şeydir.
Ancak HDP’nin baraj altında kalması ile hükümet de artıracağı vekilleri ile “Anayasa değişikliği” yapabilecek bir sayıya ulaşabilir.
Tabi tüm bu süreçlerde belirleyici olanın MİT olacağından kuşku yoktur.
İmralı ile direk görüşmelerde kim kimi nereye getirecek bu zamanla ortaya çıkacak.