Pakistan, İttihad-ı İslam’ın yurduydu. Asya’nın umudu, uluslararası güçlerin endişe kaynağıydı. İslami bir iktidara geçeceği bir dönemde Suudi’den ithal edilen bir tekfircilikle dağıldı; “Bay yüzde onların” rüşvetçiliğine, yoksulluğa, tefrikaya, zindancılığa mahkûm kaldı
Yahudilerin önderliğindeki uluslararası sistem, İngiltere’nin sömürge tecrübesini devraldı. II. Dünya Savaşı’nın ardındaki uygulamalar o tecrübe üzerine oturtuluyor.
Büyük Britanya denen sömürgeci İngiltere için karşısına kimin çıktığı ve onlara karşı kendi ürettiğinin ne olduğu önemli değildi; önemli olan, sömürgeleştirme önündeki insan engelini aşmak ve sömürgenin varlığını korumaktı.
İngiltere sömürgelerini korumak için, yüzeysel bir bakışta kendine karşı tahripkâr görünen bir yapıyı üretip güçlendirebilir. Kendisine karşı koymada pasif bir yol izlediği sanılan bir yapıyı imha etmek için bütün istihbaratını seferber edebilir. Akıl almaz harcamalar yapabilirdi.
İngiliz Krallığını Büyük Britanya yapan, Hindistan sömürgesidir. İngiltere, yüzyıllarca İslam hâkimiyetinde kalan ve büyük bir Müslüman nüfusunun bulunduğu Hindistan’ı başka yollarla değil, kitlesel protestolarla kaybetti.
Tarihin tahlili, bir muhasebedir. Muhasebesini yapmayan kişiler gibi, muhasebesini yapmayan toplumların da geleceği yoktur.
Pakistan, aslında sadece, Müslüman Hindistan’ın bir bölümüdür. Hindistan Müslümanlarının tarihi, aynı zamanda Pakistan’ın tarihidir.
“Hindistan, Endülüs’le birlikte İslam dünyasının içten çöküşü-dıştan işgali yaşayan ilk coğrafyalarındandır. En batıdaki Endülüs’ün yaşadığı badireleri Hindistan doğuda kat kat yaşamıştır. Ancak Endülüs, kendi ihya hareketini geliştirememiş ve erken tükenmiş; Hindistan ise direnmiştir.
Hindistan, çöküş hikâyemiz için bir laboratuardır. İhya hareketleri içinde öyle... Pek çok yönüyle tarih, adeta Hindistan’da yaşanmış; sonra bizde tekrarlanmıştır.”
“HAYATIN EN UCUZ OLDUĞU ÜLKE”
Bir süre önce Pakistan’ın Lahor ve Karaçi kentlerinde iki fabrikada eş zamanlı yangın çıktı. Yangınlarda hayatını kaybedenlerin sayısı üç yüz on dört’tü. Bir katliam... Benzeri değişik tarihlerde dünyanın başka yerlerinde de yaşanmış. Ama “Sanayinin babası” olarak nitelenebilecek, dünyanın en modern ülkelerinden, İngiltere’nin yüz yıllarca hüküm sürdüğü kentlerdeki “ayakkabı üretimi” gibi basit sanayi tesislerindeki güvenlik tedbirleri... Dünyanın belki en ilkel sanayi tesisi örneği... Öyle ki olay, bir gazeteye “Hayatın en ucuz olduğu ülke” başlığıyla verildi.
Bir kaç yıl önce Pakistan’daki ağalık bölgeleriyle ilgili yayımlanan bir insanlık raporu, Pakistan’daki ağalığın ağa-toplum ilişkileri açısından dünyadaki belki en ilkel ağalık tipi olduğunu gösteriyordu.
Neredeyse her yıl Pakistan’da Ramazan ve Kurban bayramlarında mezhep köklerine dayandırılan cami katliamları yapılıyor. Hayatını kaybedenlerin sayısı yüz, iki yüz ve belki üç yüz... İbadethanede katliamdan daha vahşiyane ne olabilir?
Pakistan, her yönüyle geri kalmışlık, her yönüyle felaket, her yönüyle yıkımın simgesi oldu.
Oysa daha yirmi-otuz yıl önce Pakistan, dünyada atom bombasına sahip tek İslam ülkesi olarak Müslümanlar için gurur kaynağıydı. Pakistan, Hint Müslümanları geçmişiyle bir ihya kaynağıydı. İslami uyanışın, İslami direnişin yurduydu.
PAKİSTAN BİR İHYA YURDUYDU
“İslam dini çöl Araplarının bir ürünüdür. Onların düşüncesi ve yaşantısına uygundur. Başka toplumlar için bu dinin hiç bir anlamı yoktur” 1 düşüncesiyle İslam dünyasında ilk ulusalcı hareketi başlatan İmam Rabbani o coğrafyada yetişti.
İslam dünyasının yenidünyada Asr-ı Saadet üzerinde yeniden düşünmesinde büyük katkısı olan Şah Veliyullah Dehlevi o toprakların insanıdır.
Emperyalizme karşı ilk direniş hareketleri orada gerçekleşti. Seyyid Ahmed ve İsmail Şehid’in emperyalist İngiltere’ye karşı cihad hareketi orada yaşandı.
Miladi 19. Yüzyılda Sufi hareketlerine toplumcu-direnişçi bir karakter kazandıran, son iki yüzyıl İslami uyanışın önder ismi Şeyh Halid-i Bağdadî (Şehrezori Kürdî) kendi ihya hareketini başlatırken “(Rabbim) Beni, bana engel olmaya çalışan akraba ve vatan bağından kurtardı / Dostlardan ve dünya malından / Annemi düşünmekten, kardeşlerime hasret duymaktan / Amcam ya da dayımı aklıma getirmekten / Büyüklerin ve âlimlerin gitme öğütlerine / Haset edenlerle kınayanların sözlerine kulak vermekten kurtardı” diyerek bütün duygusal zindanları aşıp oraya gitti. Yolunu orada öğrendi. 2
İttihad-ı İslam fikriyatının temeli, o coğrafyada Ehl-i Sünnet ve Şia, aydın ve âlimlerince orada birlikte atıldı.
İttihad-ı İslam’ın önde gelen isim, Cemaleddin-i Afganî’nin yolu oralardan geçti.
Miladi 20. Yüzyılın başından ortalarına kadar Hint-Pakistan Müslümanları, dünyadaki bütün kurtuluş hareketlerinin yanında yer aldı. En okumuş Müslümanlar olarak bütün cephelere doktor gönderdi, bütün cephelerin sesini basın üzerinden dünyaya duyurdu.
Hint-Pakistan Müslümanları, Hilafet kurumunu korumak için Ehli Sünnet ve Şia aydın ve alimlerinin önderliğinde bir hareket başlattı.
Hayata İslam penceresinden bakan aydınların önderlerinden Muhammed İkbal, o halkın bağrından çıktı.
Başta dört terimin tefsiri olmak üzere Seyyid Kutup ve diğer İhvan-ı Müslimin önderleri üzerinde büyük etki sahibi Üstad Ebûl Alâ El Mevdûdi ve “Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti” eseriyle büyük iz bırakan Ebûl Hasan En-Nedvi oradan dünyaya seslendi.
Öyleyse Pakistan rüyası neden kâbusa dönüştü? Abdulhakim Sonkaya hocamızın ifadesiyle “Nur” yurdu neden “Nar” (yangın) yurdu oldu?
PAKİSTAN MODERNİZE EDİLDİ
İngiltere sömürgelerinin yönetimi için, modern olan veya olmayan, aile bağları üzerinden veya ulusal boyutta modern bir elit sınıf üretti. Hint-Pakistan Müslümanları arasında bu tercihini ulusal boyutta modern bir elit üretmekten yana kullandı. O elit sınıf üzerinden bir sanayileşme-gelişme projesi değil; İslam’ın etki alanı dışına çıkarak sömürge memuru haline getirme yolunu aradı.
Üstat Mevdûdî, değişik eserlerinden yapılan “Gelin bu dünyayı değiştirelim” adlı derlemede Hint-Pakistan Müslümanlarını İslam’ın etki alanı dışına çıkarma projesini şöyle anlatıyor:
1. Ekonomik sistem: İngilizlerin iktisadi sistemlerini, bize; iktisadi felsefe ve fikirleriyle beraber empoze ettiler. Bunu öyle bir şekilde yaptılar ki, onların iktisadi sistemlerinin kurallarını kabul etmek, geçinebilmek ve hayatta kalabilmek için tek çıkar yol oldu.
2. Hukuk: Kanunlarını bize zorla kabul ettirdiler. Böylece sadece sosyal ve kültürel sistemlerimizin çehresini değil, aynı zamanda sosyal düşüncelerimizi ve meşru ideallerimizi de önemli ölçüde değiştirdiler. Bu değişikliği pekiştirmek için de okullarında kendi hukuk eğitimlerini uygulayamaya başladılar. Bu eğitimlerden geçenlerin zihinlerinde şu şekilde bir fikir oluşmaya başladı: “Daha önceki hukuk gerici ve ilkeldi. Modern çağın toplumuna hiç bir yönüyle uygun düşmüyordu. Prensipleri ve ideolojisi de dâhil olmak üzere, bu yeni hukuk sistemi daha doğru ve ilericidir.
3. Sosyal ve Kültürel Etki: İngilizler, çürümüş ahlaklarını ve hayat tarzlarını bize zorla kabul ettirdiler. Şöyle ki; onların ahlakını taşıyan ve kültürlerinin renginde görünen kişiler onlara yakın olabiliyor ve sadece bu şahıslara önem veriliyordu. Bu sebepledir ki, yavaş yavaş bizim yüksek tabaka, daha sonrada orta sınıf onların renklerini almaya başladı. Netice olarak bir asırdan beri biz karma eğitimin yayılmasına, ev hanımlarının içkiye ve dansa müptela olmalarına, dürüst aile kızlarının aktris olmalarına, bir zamanlar fahişelerin bile aşırı kabul ettikleri iffetsizlikleri sergilemesine, binlerce insanın gösteri yapan kızlarını ve kız kardeşlerini seyredip alkışlamalarına müsamaha eder olduk.”
Bu projenin neticesinde toplum ikiye bölünüyor:
- Batı’dan gelen her şeyi kabul edenler.
- Batı’dan gelen her şeye karşı çıkanlar.
Bazı aydın ve alimler, iki grubun içinde yer almıyor; sorunlara karşı İslami bir çözüm geliştiriyor, çözümde birleşenler, bir harekete dönüşüyor, kurtuluş umudu oluyor.
İngiltere, Hint Müslümanlarını engellemek için, Kadiyanilik dinini üretti; Sır Ahmed Han denen adamın liderliğinde, “Ilımlı İslam Projesi” başlattı. Ona kurdurduğu kolej zinciri üzerinden Hint Müslümanlarının önüne lider olarak devşirme tiplerini koymak istedi. Ama bütün bu çabalar, Hindistan’dan ayrılan Pakistan’da güçlü bir İslami hareketin oluşmasını engelleyemedi. Mevdûdî’nin liderliğindeki Müslümanlar, Pakistan toplumunu İslami bir kimlik içinde iktidara taşıyacak bir hareket başlattı.
GELENEKÇİLER DUYGUSALLIĞI AŞAMADI
Mevdûdî’nin hareketi ilkin “Geleneksel çevrelerin “Duygusal” tepkisiyle karşılaştı.
Pakistan’da uluslararası güçlerin modernizm çabaları doğrultusunda (bütün İslam dünyasında) kontrol olarak büyüttükleri bir sol tehdit vardı. Ona karşı “Sağ siyaset”, “Müslüman hareketi” adı altında konumlandırılmıştı.
Bütün İslam dünyasında olduğu gibi, her iki siyaset tarzı da batı’yla ittifak içindeydi. Geleneksel düşünceliler, bu ittifak gerçeğini göz ardı ederek “Sol kazançlı çıkar” ve “Dünya İslami siyaset’e izin vermez” iddiasıyla İslami siyaset’e karşı çıktılar. Sağ siyaset’in yanında yer aldılar.
Sağ siyaset güçlendi, orduyu kısmen ele geçirdi. Sol’un lideri Benazîr Ali Butto’yu astı. Ancak; 1. Amerika’ya bağlılığı sürdürdü. 2. Batının toplumu İslam’ın etki alanı dışına çıkarma(modernleştirme) çabasına son vermedi. Sadece İslami eğitimin yaygınlaşmasına ve mukaddesatın korunmasına yönelik kimi siyasal adımlar attı.
Nihayet dünyada sol tehlike sona erdi. Sağ siyasetin de çözüm olmadığı anlaşıldı. Pakistan’ın İslami bir siyasete yetecek özgürleşmesi ortamı doğdu. “Pakistan, Asya’da İslam dünyasının lokomotifi olur” umudu oluştu.
TEKFİRCİLİK BİR UMUDU SÖNDÜRDÜ
İngiltere, Hindistan’ı aktif kalkışmayla değil, Gandhi’nin toplumsal hareketiyle kaybetmişti. Bundan etkilenen uluslararası güçler, toplumun önemli bir kesimini orta bir yolda buluşturacak İslami bir duruştan korktular.
Öte yandan İngiltere, geçmişte kendine yönelik cihad eden Sufi hareketleri “Hicaz âlimlerine sorduk” iddiasıyla yaydığı sahte fetvalarla yıpratmaya çalışmış ve bundan kısmen lehinde sonuçlar almıştı. Bütün dünya Müslümanları gibi Hint-Pakistan Müslümanlarının da Hicaz’a karşı özel bir sevgisi vardı. Onların gözünde oradan gelen bilgi (yerli âlimlerin ilim düzeyi ne olursa olsun) daha sahihti. Müslümanların Hindistan’da Ekber Şah’tan bu yana “ulusal din” projelerine karşı, verdikleri mücadele, bu “sahihlik” kanaatinin daha da güçlenmesini sağlamıştı.
Pakistan’ın İslami bir iktidara geçme olasılığının güçlendiği bir süreçte Suudi’den gelen pek çok kişi, “Hicaz’da eğitim gördü” veya “Hicaz âlimidir” etiketi altında Pakistan Müslümanları üzerinde çalıştı.
Kısa bir süre içinde, uygun ifadeyle ateş hızıyla Pakistan’ın dört bir yanını, çoğu samimi ama üç insanla bir araya gelmeyecek kadar kırıcı, “Bana ne bu müşrik toplumdan. Ben kendimden sorumluyum” diyecek kadar bencil ve tekfirci, her tür İslami siyaset arayışına “Şirk” diyecek kadar ilimden uzak ama kendi bilgisinden başka ilim tanımayacak kadar kendi gerçeğine uzak bir genç tipi yetişti.
Bu arada Fizilalil Kur’an’ın yasak olduğu Suudi’den yüzlerce masa üstü üretimi eser, uzun unvanlı 25-30 yaşlarında iken o unvanlarıyla büyük âlim sanılan kişilerin adları kapaklarına yazılarak Pakistan’ın dört bir yanına dağıtıldı. Bu Suudi’sel ithale, Pakistan’da İslami cemiyetin temeline İslam’ı anlattığı iddia edilen kaynaklar üzerinden dinamit kondu. İttihad-ı İslam’ın yurdu olan Pakistan, kısa bir süre içinde mezhep çatışmalarıyla konuşulur oldu. Tekfircilik, Şirkçilik akımı yüzünden İslami siyasetin önü kapandı. Müslüman gençlerin enerjisi, Asya’ya önder olacak bir Pakistan yerine; Pakistan’ı yok edecek bir projeyle aktı.
Neticede ulusal solun tarihe karıştığı bir dönemde Pakistan’da ulusal sol iktidar oldu. Bu yüzden onlar keyif sürmeye devam etti. Tekfircilik-şirkçilik hastalığına müptela olmasalar, Pakistan halkını özgürlüğe kavuşturacak zindanlara tıkıldı.
Bundan alınacak çok ders var.
- Ebul alâ El Mevdudi, İslam’da İhya Hareketleri
- Kürdistan Tasavvuf Tarihi, M.R. Tavakkôli