İnsan hayatın merkezine her neyi koyuyor ise farkında veya farkında olmadan bir şekilde ‘o' şeyin etrafında döner durur.
Bu durmadan dönme hali bazen o kadar baş döndürücü olur ki insanın asıl yörüngesinden şaşma hali kaçınılmaz olur. Bu nedenle hayatın merkezine konulan, kişinin yörüngesini de rotasını da etki altına alır ve kendi mecrasına doğru çeker. En nihayetinde insan o istikamete rücu eder ve yine o kararlılıkta aynı istikamet üzere istikrar eder.
Bu nedenle hayatın merkezine ne konmalıdır ne konmamalıdır konusu üzerinde uzunca tefekkür edilmesi gereken bir konudur.
Hele hayatın merkezine ‘ene' yi' yani ‘ben'i' almış insanların zirve yaptığı bir zaman diliminde yaşıyorsak bu durum daha da vahimdir. Üzerinde şiddetle durulmalıdır.
Zira ‘ ben'merkezcilik süreç ve sonuç açısından, çok boyutlu zarar/ziyan sarmalına dolama gücüne sahip bulaşıcı hastalık misali bir musibettir.
Kulluk ihmali-şuur izmihlali-kalbin infiali ve nihayetinde ‘ene’nin yani ‘ben'in ihtilâli...
Bu sonuçla doğrudan bağlantılı birçok konu vardır muhakkak. Ancak içlerinden biri artık çılgınlık boyutuna gelmiş durumda.
Ne mi?
Aşırı tüketim çılgınlığı!
Kendini önceleyen, kendine aşık, adeta kendine hayran insanın, olmayan maneviyatına karşın, maddi imkân bulunca neler yapabileceğinin, hangi boyutlara gelebileceğine şahitlik ediyoruz.
Maddi varlık ve manevi yokluk; bu iki tezat durum bir araya geldiğinde neler oluyor neler.
Var olan ve yok olanın, ateş ve barut misali müsebbip olduğu kıvılcımlar ve yangınlar...
İnsan dediğimiz fani, manevi bir disiplin ve terbiyeden yoksun olunca varlığının ispatını maddi değerler üzerinden yaptığı çıkarımlarla kurguluyor gücü yettiğince. Gücü yetmediğinde de hayalleri hep bu minval üzere seyrediyor.
Bir de elinde avucunda olmayan faninin, elinde avucunda olana özenme ve gıpta etme durumu da var. Onu da unutmamak gerekir.
Sonra ortaya iki dünya arasında gerçekleşen tam seyirlik acınası bir tablo çıkıyor. Ya da içi kanatan bir masal; varlığın teşhiri ve nisbeti, yokluğun dramı ve vahameti...
Öyle ya, bir yanda henüz doğmamış bebeğe, baby shower partisi-altı aylık bebeğe, altı ay kınası, diş buğdayı partisi, doğum günü vs. derken, israfta sınır tanımayanlar.
Bir yanda çocuğuna zıbın bile alacak imkânı olamayanlar!
Bir yanda ay sonunu zor getiren evliler, bir yanda ay dönümü kutlamalarıyla paraya para demeyenler!
Bir yanda elindeki yüz lirayla dört çocuğuna uygun kılık-kıyafet bulma ümidiyle etiket okumaktan başı dönenler bir yanda aldığı ürünün etiketine bile bakmaya zahmet etmeyenler!
Bir yanda yeni haz ve lezzetler peşinde koşanlar, bir yanda mahallenin dönercisinin önünden her gün geçip bir kez bile tadamayanlar!
Geçmişte insanlar sosyo-ekonomik durumlarına göre, fikir yapılarına göre farklı farklı mahalle ve muhitlerde yaşıyorlardı. Bilme-görme-duyma devamında etkileşim daha minimum seviyede idi. Fakat sosyal medya sayesinde dünya küresel bir köyden farksız.
Bu nedenle toplum tüm katmanlarıyla birbirinden haberdar ve adeta bir arada yaşıyor. Birbirinin yaşantısını olumlu veya olumsuz yakinen görüyor/biliyor. Maksimum etkileşim kaçınılmaz oluyor.
Maddi varlık, manevi yokluk, manevi varlık, maddi yokluk hep bir arada. Kim de ne var ne yok veya ne yok ne çok Allah Azze ve Celle bilir.
Fakat işte bu, ülkemizin masalı;
Bir varmış bir yokmuş, birinde varmış birinde yokmuş...