Bir vaveylâdır memleketim

Ayşe YILDIZ

Vaveylâ ya da şivan veya figan, hadi ağıt diyelim. Yok yok başka bir kelime bulmam lazım. Acımı tarif edecek ve yüreğimdeki yangını az da olsa resmedecek bir kelime. Söylemem lazım, yoksa delireceğim. Deli sorular sormakla olmuyor bu işler. Çılgınlık almış başını gidiyor. Kalbim parçalanacak gibi, patlasa buhar olacağım.

Buhar olacağım derken hep edebiyat yaptığımı sanıyordum. Metafor olarak kullanıyordum, mecazî bir anlam yüklüyordum. Çıldırtmayın adamı be, başka ne olabilir ki?

Olabiliyormuş…

İnsan buhar olabiliyormuş!

Biz Halepçe'de elma kokusuna küstük, Enfal'de dul kadınlar taş gibi oturdu yüreğimize, taşıyamaz olduk. Susa'da cami duvarına dizilen yiğitlerin acısı yitirdi mi ki tazeliğini? Roboski'de boğazımızda düğüm düğümdü parçalanan bedenlerden arda kalan kemikler. Gözümüze kıymık gibi battı 6-8 Ekim katliamındaki Yasinlerin ezilmiş naaşları.

Ya Dürümlü?

Buhar oldular!

Buhar olup geride kalanların gözlerine doldular

Ve o nemli gözlerde, acıdan acı doğurdular.

Onlarca insan yok oluverdi 12 Mayıs'ta. Tonlarca bombaya kinlerini ve ihanetlerini yükleyerek özgürlük vaadiyle kandırdıkları bu halkın kalbine yerleştirdiler. Tıbbi atık poşetleriyle toplandı. Toplamda 60 kilo uzuv vardı. Sosyalist faşistler, çıkar yükünün hamalları, dünyanın bütün başkentlerini mutlu edebilmek için kendi kırlarını mezbahaya dönüştürecek kadar alçaldılar. Taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmadı. Figan olmayan hane, tüten bir ocak, gülen bir yüz kalmadı. Kendi abus suratları hariç!

Evet evet Kürt olduğunu söyleyen ve Kürtler için mücadele ettiklerini iddia eden, halkın da “kendimize oy veriyoruz” dediği şebeke bir gece ansızın göz göre göre bir nesli on beş ton bomba kullanarak yok etti. Kürdistan semalarında ve topraklarına karışan bu on altı beden yok olmanın da ötesinde bir de işbirlikçi yaftası yedi ve buhar olup gittiler. Oysa bu coğrafyaya özgürlük getireceklerdi? İnsana dair en büyük özgürlük yaşam özgürlüğü değilse nedir? Ölümler, neylesin özgürlüğü?

Oy verdik kendimize, koy verip gitmek için miydi kemiksiz ve de etsiz?

Oyu verdik kendimize, kendimiz bellediğimiz boyu devrilesiceler bizi evsiz barksız bıraksın diye mi?

Oyumuzu verdik kendimize, soyumuz sopumuz buhar olup toprağa karışsın diye mi?

Artık bu coğrafyada nerede nefes alacağız? Aldığımız her nefeste bedenleri mi soluyacağız? Çocuklarımız kırlarda koşarken ayakları halkımın kaybolup gömülemeyen ayaklarına mı takılıp düşecek. Dizleri kanarken kendi kanı mı yoksa DNA testi ile sahibi bulunacak isimsiz mazlumların kanı mı olduğunu nasıl anlayacağız? Kürdistan'ın arıları çiçeklerden topladıkları bedenlerinin özünden mi bal yapacaklar? Ne zamana kadar “Bastığın yere toprak deyip geçme, tanı!” diyeceğiz? Ama toprağın altında yatan mazlumlara değil, pamukçuk misali kırlarda dolaşan beden parçalarına yakacağız bu şivanı…

Bu acıyı yüreğimize kim nakşetti?

Etsiz, kemiksiz kefen giymeyi kim hak etti?

Ah yüreğim!

Nasıl da tahammül edebiliyorsun bunca çileye? Gözyaşlarımdan tabut çıkıyor artık. Tabut olan ağaçlar yeşerttim bu süreçte.

Özgürlük naraları altında nâra düşüyoruz.  Kefenin içinde etsiz kemiksiz cesetlerimiz üşüyor, biz üşüyoruz.

Memleketim ah memleketim!

Çözüm beklerken özüm göçtü. Kuşlar değil, toprak göçtü…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.