Yıl, Hicri 583 Miladi 1187… Mevsim yaz, aylardan temmuzdu; kavurucu bir sıcaklık vardı Suriye-Filistin sınırında… Her taraftan asker gelmişti Şam'a. Musul'dan… Erbil'den… Mısır'dan… Meyyâfarikin'den… Diyarbakır'dan… Selâhaddîn-i Eyyûbî, yapacağını gizli tutmuş, emirlerine sadece iyi hazırlanın, demişti.
O günlerin her emiri kendisini savunabilecek kadar yetenekli; tek başına bir savaşı yönetebilecek kadar cesurdu. Ancak İslam kuvvetleri, parçalanmıştı; bir büyük orduyu oluşturup emir komuta içinde hareket edecek durumda değildi. Orduda komuta birliği yoktu. Birliklerin yönlendirilmesi için Selâhaddîn'in bizzat saflar arasında dolaşması gerekiyordu.
Uçlarda gezen Haçlılardan Kerek kontu Ernat(Renaud de Chatillon), ölçüsüz saldırıları ve insan hakları ihlalleriyle Selâhaddîn'in işini kolaylaştırıyor, ona ordusuna yeni katılan ve katılacak birlikleri savaşa teşvik etmek imkânı veriyordu.
Vahşi bir Haçlıydı Ernat… Selâhaddîn'in gücünün doruğa çıktığı bir dönemde Hacıların yolunu kesmeye çalışmış; Mısır ordusunun da yolunu keseceğini söylüyordu. O yıl Hacca gidenler arasında Selâhaddîn'in kız kardeşi Sittüşam da vardı. Sittüşam, daha bir yıl önce kocası Nasruddin Muhammedi yitirmiş, acılı bir Eyyûbî Hanımıydı. Ernat, yolunu kesmeye cüret ederek bütün değerleri alt üst etmişti.
Selâhaddîn, Muharrem ayının sonunda (11 Nisan 1187) hassa birlikleriyle Dımaşk'tan hareket etmiş, Ra'sülmâ'ya gitmişti. Kerek Haçlılarının hakkından gelmesi içinse oğlu Melik el-Efdâl'ı görevlendirmişti. Kendisi de gözetleyici olarak Kerek yakınlarına kadar gitmişti. Melik el-Efdâl, Kerek'in üzerine yürümüş. Ernat, ortalıktan kaybolmuştu. Hacılar selamet içinde Kerek'e varmış, Mısır ordusu da Kerek önlerine güven içinde ulaşmıştı.
Hacılar kurtulmuş ama durmak Selâhaddîn'e göre değildi. Yolculuk Kudüs'e kadar devam edecekti. Melik el-Efdâl'in yanına seçkin bir askeri birlik verilmiş. Templier (Tapınak) ve Hospitalier'e (Malta Şövalyelerine) mensup Haçlılardan oluşan büyük bir grup onu karşılamıştı. Safuriyye'de karşılaşmıştı, iki taraf. Öyle bir savaş yaşanmıştı ki o gün siyah saçlara aklar düşmüştü.
Allah'ın yardımıyla Haçlıların sözde seçkin askerleri Safuriyye sırtlarında gencecik el-Efdâl karşısında darmadağın olmuştu. Kimi öldürülmüştü Haçlıların, kimi esir alınmıştı. Templierlerin ve Hospitalierlerin öncüleri de vardı, esirlerin ve öldürülenlerin arasında.
Selâhaddîn, müjdeyi alınca oğlu el-Melikü'l-Efdâl'in maiyetindeki askerlerin yanına dönmüş, pek çok askeri birlik de onlara katılmıştı. Büyük yolculuk Kudüs'e idi.
Selâhaddîn, 25-26 Haziran 1187'de ordusunu denetledi. Gönüllüler bir yana, sadece on iki bin askeri vardı Selâhaddîn'in… Koca İslam dünyasından sadece bu kadar asker… Duyarlılık ve güç o gün o kadardı işte.
Selâhaddîn, emirlerini toplamış, onlarla istişarede bulunmuştu. Haçlı yurdunu yağmalayıp çekilelim, diyordu pek çok emir. Henüz büyük harekattan habersizdiler.
Selâhaddîn, bir süre önce hastalanmış, ölümü daha yakından hissetmişti. Onu Kudüs'ün fethini görmeden ölme endişesi sarmıştı. “Bana göre, Müslümanları kâfirlere karşı savaşa sürmemiz en isabetli yoldur çünkü işler, insanların kararıyla olmuyor. Sonra ömrümüzden ne kadar kaldığını da bilmiyoruz. Bu kadar gayret ve zorlukla topladığımız bu orduyu dağıtmamamız lâzım” diyordu.
Karar kesindi. Emir uygulanacaktı. Madem, Nûreddin'in minberi hazır bekliyordu Halep camisinde ve madem arkadan hançerleyenler dahi şimdi gelip orduya katılmıştı. Artık Allah yolunda cihad için hiçbir mazeret yoktu.
Selâhaddîn, 23 Rebiülahir ( 2 Temmuz 1187) Temmuz Perşembe günü ordu, yoluna devam ederek Taberiyye'yi arkasına alıp yola çıktı. Haçlılara yaklaşıncaya kadar ilerledi fakat onlardan hiç kimseyi görmedi. Çadırlarından ayrılan yoktu.
Selâhaddîn, Haçlıları izlemek üzere istihbaratçı gönderdi, onların her hareketini izledi. Yeni ve tartışmalı Kudüs Kralı Guy de Lusignan, savaşmaya hazır değildi, kaçak oynuyordu. Ama Selâhaddîn, Haçlıların siniriyle oynuyor, onları tartıştırıyor ve zoraki savaşa sürüklüyordu. Hemen öncü birliklere emretti, Taberiyye'nin surları bir anda yarıldı. Ordu Taberiyye'ye girdi. Raymond'un Kontes Karısı çocuklarıyla birlikte kaleye sığındı. Şehir yağmalandı, Haçlılar kıpırdamadı, tepelerden inip savaşa razı olmadı. Taberiyye Kalesi Haçlıları ise,
- Haraç verelim, bizi affedin, dedi.
Selâhaddîn:
-Hayır, diyerek reddetti bu öneriyi.
Haçlılar:
-Öylesine teslim olalım, dedi.
Selâhaddîn ağır davrandı. Bir zamanlar haracı duyunca ne ordular oyuna gelmişti. Ama şimdi hedef Kudüs'tü. Haçlı istese de istemese de savaşılacaktı. Çünkü Selâhaddîn, Kudüs'ü alma mükâfatına nail olmayı umuyordu.
Haçlı meclisi bir kez daha toplandı.
Raymond:
-Orada karım ve çocuklarım var. Aman savaşmayalım, dedi.
Diğer Haçlılar öfkeyle: Savaş, dedi.
Artık akıl çökmüş, Haçlılar duygularıyla hareket ediyordu. Selâhaddîn, hedefine ulaşmıştı. Düşman zayıftı ve aklını tatil edip duygularına teslim olduğu an kıstırılıp imha edilecekti. Şimdi ormanda vurulacak domuz gibiydi şövalyeler…
Ernat, söze karıştı, Raymond'a çıkıştı:
-Halkı Müslümanlardan korkutmak için lafı uzattın. Hiç şüphe yok ki, sen onları seviyor, onların safına geçmek istiyorsun. Yoksa böyle konuşmazdın. "Onlar çoktur" demene gelince odunun çokluğu ateşe zarar vermez, dedi.
Selâhaddîn, Haçlıların savaşmak istediklerini 4 Temmuz'da sabah namazında haber aldı, Taberiyye'den hemen ayrıldı, karargâha geldi. “Müslümanlar suya yakın bir yerde konaklamışlardı. Mevsim yazdı ve şiddetli sıcaklar hüküm sürüyordu. Haçlılar susuz kaldılar. Müslümanların korkusundan suya yaklaşamadılar. Yakınlarındaki yağmur suları kuyularını tükettiler. Cumartesi günü susuzluktan yıkılmak üzereydiler.”
İbn Şeddad'ın teklifiyle âlimler saflar arasında dolaşıp yüksek sesle hadis-i şerif okudular. Herkes “cihad” diyordu o gece… Ne zamandır bu dağlar böyle bir gece yaşamamıştı. Selâhaddîn, bir yandan cihada teşvik ediyor, öte yandan kendi öz elleriyle ok dağıtıyordu. “Oklarımı alın ve Allah'ın yardımıyla Haçlıyı vurun” diyordu küçücük ordusuna…
Haçlılar Hittin Köyü civarında tepelere sığınmışlardı, suya ulaşmak için çırpınıyorlardı. Ancak Takiyyüddîn onları sardı, üstlerine yürüdü. Muzaffer Komutan, Şîrkûh'la Selâhaddîn'in Babeyn Savaşı'nı tekrarlıyor gibiydi.
Canından bezen Haçlılar, tuzağı anlamadı, Takiyüddîn'e doğru geldi, Takiyüddîn, onları daha da umutlandırarak geri çekildi, Haçlılar ona doğru yürümeye devam etti, bir umut belki suya ulaşacaklardı. Tam o esnada, Takiyüddîn, onları sağ sol askerleriyle halkaya aldı, yakındakileri öldürdü ve çevredeki otları ateşe verdi. Haçlılar, suya ulaşmayı umarken ateşi görmüşlerdi. Susuzluk ve ateş… Haçlı, daha dünyada cehennemi yaşıyordu.
Ölüme koşanlar ne kadar metin olabilirse Haçlılar o kadar metin olabildi o gün. Oraya koştular, buraya koştular ve nihayet Hıttin Boynuzlarına sığındılar, kayalıklara saplanan domuz misali beklediler. Üç çadır kurdular Haçlılar Hıttin Boynuzlarında. Kral Guy, kırmızı çadırdaydı.
Haçlılar, köşeye sıkıştırılmış kedi misali, Selâhaddîn'in bulunduğu noktaya saldırdılar. Kılıçlar şakırdıyor, tekbir sesleri göklere ulaşıyor ve muhaddisler slogan atarcasına hadis okuyordu. O öyle bir andı ki sanki Bedir Günü yaşanıyor ve Hz. Peygamber, sesiyle mücahitlerin safları arasında dolaşıyordu.
Savaşın hızına gözler yetişmiyor; akışını tecrübesizler anlamıyordu. Bir Haçlı birliği, Selâhaddîn'e neredeyse ulaşacakken imha edildi. Melik el-Efdâl, gençliğin verdiği heyecanla “Onları yendik” diye bağırdı. Selâhaddîn, “Sus!” dedi, çadırı işaret etti. Sonra bir daha hücum etti Haçlılar, bir daha imha edildi, bir daha bağırdı on altı yaşındaki el Efdâl, bir daha “Sus!” işareti aldı.
Kocaman bir Haç dolaşıyordu Haçlıların arasında. Üzerinde sözde Hz. İsa'nın resmi vardı. Ona “Haçların Haçı” diyorlardı. Sadece çok özel günlerde çıkarıyorlardı onu. Takiyüddîn bir daha hücum etti, kardeşi Ferruh Şah'ın da yerine savaştı, tepelerine kartal gibi indi ve Haçların Haçını onlardan aldı, büyük Haç, Kürtlerin kaba bir tabirle ifade ettikleri şekilde baş aşağı çevrildi ve Selâhaddîn'e getirildi. Artık Haçlıların ruhu esirdi, bedeni işe yaramazdı. Koca şövalyeler, kırmızı çadırın yanına oturup öyle beklediler, vurulmasını bekleyen, ürkmüş, gözlerini avcıya dikmiş domuz misali… Ernat, Guy de Lusingen, Guy'un kardeşi… Templier (Tapınak) Şövalyelerinin büyük üstadı ve Hospitalier (Malta) Şövalyeleri ileri gelenleri hepsi oracıktaydı. Cesetleri görenler, bütün Haçlılar öldürülmüş; esirleri görenler bütün Haçlılar esir alınmış derdi. Bu topraklara keyifle geldikleri Miladi 1099, Hicri 491'den bu yana böyle bir felaket yaşamamışlardı.
Bütün heyet tekmil eldeydi. Selâhaddîn'in gözü Ernat'taydı, Müslüman sözünde dururdu, nezri gerçekleştirme zamanıydı. Ama nasıl?
Selâhaddîn için büyük bir çadır kuruldu, sağına soluna esirler dizildi. 30 bin ölü, 30 bin de esir var, deniyordu. Üç bin kişi de kaçmıştı.
Selâhaddîn'in Kudüs konusunda neden tedbirli davrandığı işte bu manzaradan anlaşılıyordu. Ta Avrupalardan gelen Haçlılar, 63 bin kişilik bir ordu seferber edebilmişlerdi. Üstelik daha Kudüs, Taberiyye, Antakya ve Trablus'ta da Haçlılar vardı. Hepsi de profesyonel savaşçı… Her biri tek başına bir avcı sefere çıkabilen adamlar…
Ya Müslümanların ordusu… Selâhaddîn has ordusu en iyi ihtimale göre on üç bin kişiydi. Diğer emirlerden gelen birliklerin sayısı verilmez. Ama bütün tarihçilere göre hepsi dahil de edilse Selâhaddîn'in ordusu Haçlılara göre çok çok azdı. Selâhaddîn, tedbiri elden bırakmamış ve zamanı geldiğinde darbeyi vurmuştu. Şimdi Haçlıların bütün azgınları karşısındaydı ve tartıştığı sadece cezalandırma sırasıydı. Bazı Haçlıları 50 dinar karşılığı serbest bırakmıştı. Ama azgınları asla… Beytülahzen Kalesi'nde olduğu gibi onlara aman yoktu, boyunları vurulacaktı.
Masonların ataları olan Templier vahşilerinden bir grup getirildi, boyunlarını vurun, dedi, Selâhaddîn. Onlar, Kudüs işgalcilerinin çekirdek adamlarıydı.
Sonra Templier tarikatının lideri getirildi. Haçlı komutan ve kontları getirildi. Hepsi de rütbelerine göre Selâhaddîn'in sağında ve solunda oturtuldular. Büyük kontlar, Selâhaddîn'in sağ yanına oturtuldu. Kerek kontu Ernat ve diğerleri de sol tarafına oturtuldu.
Kudüs Kralı Guy de Lusingen de Selâhaddîn'in yanına getirildi. Selâhaddîn, krala buz gibi bir su verdi, kral suyu kana kana içti, sonra Ernat'a vermek istedi. Selâhaddîn, “Bu mel'una eman yoktur” dedi. Ona suçlarını hatırlattı. Kral da Ernat da tir tir titriyorlardı.
Selâhaddîn, kılıcını kaldırıp onu İslâm'a davet etti. Ernat, İslâm'a girmedi. Bunun üzerine Sultan Selâhaddîn “İşte ben Hz. Muhammed (S.A. V.) adına buradayım” dedi. Ona savunmasız Hac kafilelerinin yolunu keserken “Nerede Muhammed, haydi gelsin benimle savaşsın” dediği günleri hatırlattı.
“Sultanlar infaz yapmaz, başkasına yaptırır” diye söylendiyse de Selâhaddîn, başka sultanlara benzemezdi; Ernat'ı bizzat kendisi cezalandırdı. “İşte Resulullah'a sövmenin cezası budur” dedi. Ardından Templier ve Hospitalierler liderleri… Onlar, Ernat'ın suç ortağıydılar, onun gibi muamele gördüler. Kral Guy da öldürülmekten korktu. Ancak Selâhaddîn, onu sakinleştirdi.
Haçlıların çoğu imha edildi. Gerisini Kadı İbn Ebi Asrun refakatinde Dımaşk'a gönderdi. Büyük Haç baş aşağı mızrağa geçirildi, Halep kalesine götürüldü, oraya baş aşağı yerleştirildi.
Havran civarında bir Müslüman otuz Haçlı esiri, bir çadır ipine bağlamış götürüyordu. Haber, Kadı İbn Şeddâd'a verilmişti. Kâtip İmâd'a gelen haberde ise kırk haçlı bir çadır ipine bağlanmış götürülüyordu. Şam'da bir Haçlı esirin fiyatı 3 dinara kadar düşmüştü. Haçlı pazarda bile para etmiyordu.
Ortalık yatıştıktan sonra merak edilen bir kişi vardı: Müslümanlarla işbirliği yapıp bu savaşta ihanet eden Trablus Kontu Raymond… Raymond, her nasılsa canını kurtarmış ve Trablus civarına kaçmıştı. Raymond da korkusundan mı, hastalıktan mı ya da ikisinden mi bilinmez, bir süre sonra ölmüştü.
Hangi Haçlı kayıp hangisi sağ, konuşmanın zamanı değildi; zafer büyüktü, Haçlılar yenilmiş, Kudüs'ün yolu açılmıştı… Selâhaddîn, 4 Temmuz'u 5 Temmuz'a bağlayan gece Taberiyye'ye doğru hareket etti. Orada çok zaman kaybetmedi, Akka'ya yöneldi. Akka, zor şehirdi, onu uğraştırdı, 17 Temmuz'da Akka önlerinden ayrılıp Tibin'e doğru gitti, Haçlıları boynuzsuz kanatsız bırakıp nihayet Ekim ayında Kudüs önlerinde olmayı başaracaktı.