Bilindiği gibi insanlık, varoluşuyla birlikte yönetme, iktidar olma eğilimini göstermiş bu uğurda mücadele vermiş, insanlık tarihi ve medeniyetler buna göre şekillenmiştir. Toplumları değiştirme ve dönüştürmenin en etkin, en hızlı aracıdır iktidar. Mekke'den çıkış hikâyesi bu nedenledir. Medine bu sebepten anlamlı ve sonuç alıcıdır. “Yönetim” enstrümanının kötü kullanılabileceği ihtimalinden hareketle bu alandan uzak durmak belki de mazlum ve mustazaflara dayatılan en büyük zulümdür. Oysa onlar yeryüzüne varisler kılınmak istenmiştir.
Tarih boyunca kanlı mağduriyetler yaşamış tecrübeli toplumlar olarak batılılar; doğu toplumlarına kıyasla çok donanımlı olup yönetme ve iktidar nimetini en iyi anlayan aynı zamanda ondan en çok yararlanan toplumlardırlar. Tarihin bütün olumsuz tecrübelerini bir yerde mecz ettiler ve doğu toplumlarının tamamına yakınını ya direk ya da dolaylı olarak yönettiler/yönetiyorlar. Üstelik bu avantajlı konumu devam ettirebilmek için her türlü kirli, çılgın ve gaddar yöntemlere başvurmaktan da geri kalmıyorlar.
Bilindiği gibi coğrafyamızda da 7 Haziran da bir seçim yaşandı. Özellikle Kürdistan bölgesi adeta tek rengin ve tek sesin hakim olduğu bir netice ile neticelendi. Elbette ki bölge reelde tek sesli ve tek renkli değildir ve tarihin hiçbir normal döneminde toplumlar bu oranlarda (% 80) tek renge bürünmemişlerdir. Bunu bölgenin silahlı siyaseti ve devletin son kırk yıllık tarihi sürecindeki despotik tutumları ile veya son dönemlerdeki hükümet ve yerel şer güçlerin birbirini besleyen ve destekleyen politikalarıyla izah etmek bir şekilde mümkün olsa da fayda vermez. Ancak bölgenin ana eksenini oluşturan dindar yapıların vazifelerini yapmadıklarıyla ya da yapamadıklarıyla da izah etmemiz gerekmektedir. Sonuçları itibari ile ortada çok vahim bir tablo var ve önemli olan bundan sonra sonuç getirici hangi stratejiler geliştirebilinir buna yoğunlaşmak lazım.
İnsan fıtratı Mevlana'nın da belirttiği gibi “inandığın gibi yaşamazsan yaşadığın gibi inanırsın” prensibine çok uygundur ve kerhen yaptığınız iş bir süre sonra sizin asıl düşüncenize dönüşebilir. Kürdistan'da son seçimle birlikte halk bir tercihte bulundu. Halkı bir şekilde bu tercihe mecbur bırakanların kullandığı yol ve yöntemlerden vazgeçmeyeceği de muhakkaktır. Öyleyse asıl mesele halkın bu tercihinin kemikleşen bir anlayışa dönüşmeden “doğru”ya dönüştürme meselesidir. İşte burada iş tamamen toplumun temel dinamiklerine; ana damarları oluşturan unsurlara düşüyor.
Ak Parti bölgede silinme noktasına geldi. Bunun en belirgin sebebinin Ak Parti'nin bölge ile ciddi manada bir doku uyuşmazlığı yaşıyor olmasıdır Kürt meselesi için attığı önemli adımlara ve açılımlara rağmen. Belki de bu, “iyi yönetilememiş açılımlar” bölgeyi özgün-yerel bir pozisyona soktu ve Ak Partiyi yabancılaştırdı. Düşünün ki yüzbinlerce seçmeniniz var ama hiçbiri sokakta “ben Ak Partiliyim” diyemiyor ve deme “külfetini” taşıyamıyor. Dolayısıyla Ak partinin bir başına bölgeye dair hikâyesinin bittiğini Suriye, Irak gibi dış gelişmelerin de bu sonucu hızlandırdığını söylemek mümkün.
O halde bölgede HDP/PKK ekseninde olmayan ve halen çok güçlü bir ana akımı oluşturan dindar damar ve bu eksende olmayan bir kısım seküler yapıların bu “musibet”ten bir “nasihat” üretmesi ve mutlaka ama mutlaka harekete geçmesi gerekmektedir. Bu bizim ve çocuklarımızın geleceği açısından bir vebaldir ve bu vebal, imkânı ve fırsatı varken bu görevi yapmayanların boynunda olacaktır.
Peki ne yapmalı? Öncelikli vazife, bir parti olarak sahneye atılan, sorumluluk üstlenen Hüda Par'dadır. Hüda Par behemahal zaman kaybetmeden bir hareket planı, stratejisi ortaya koymalı ve bütün partisel kaygı teamül ve refleksleri bir kenara bırakıp bölgenin söz konusu çizgideki bütün parti, dernek, vakıf, tarikat, aşiret, ulema ve kanaat önderlerini içine alan yeni bir hareket meydana getirmeli. Bütün diyalog yollarını zorlamalı, bütün ikna ve inandırma usullerini denemeli, bütün bu sayılan aktörlerle birlikte-eğer gerekiyorsa-yeni bir parti kurmaya bile açık olmalı. Bir manada 7-8 Mart 2015 tarihinde düzenlediği Kürt Çalıştayındaki ittifakı hayata geçirmeli. Denilebilir ki söz konusu aktörlerle ittifak etmek zordur ya da başkaca sıkıntılı sebepler bu ittifakı zorlaştırmaktadır. Elbette ki zordur ve çok büyük çaba ve fedakârlık gerektirir. Fakat ne olursa olsun bu yolu sonuna kadar zorlamalı ve sonuç alıcı gelişmeler sağlanmalıdır. Eğer bütün bu çabalardan sonra bir ortak enerji üretilemezse bile en azından bu yolu denemişliğin rahatlığı ve vebalinden kurtulmuşluğun hafifliği yaşanır. Ya da “biz varız” diyenlerle yola devam edilir. Aksi halde bölge devletin de elini eteğini çekmesi hasebiyle çok vahim bir sürece doğru evrilmektedir. Ve bu süreç toplumun ana eksenini oluşturan dindarları ya DTK şemsiyesine mahkûm edecek ya da Kürdistan'ı terk edip gitmeye mecbur edecektir. Daha bir şey olmamışken Rojava'da toplumun farklı renklerini ve seslerini teşkil eden düşünceleri tasfiye eden; kızlara 18 yaşına kadar örtünme yasağı getiren, çarşafı yasaklayan bir anlayışın yarın bir gün bölgede daha etkin bir pozisyon aldığında halka neler dayatacağını ille de deneyerek mi öğrenmemiz lazım ey paydaşı olduğum halkımızın inisiyatif sahipleri. Belki de on yıllarca telafisi mümkün olmayacak bu sürecin henüz makul yollarla önünü alma imkânı varken; ancak çocuklarımıza nasihat-istikamet verme imkânı bile elimizden alındığında feryat etmek bir fayda vermeyecektir. Artık sorumluluk sahibi herkesin pasif konumunu terk edip hayatın sohbet-nasihat-dernek mecrasından çıkıp aktif, etken belirleyen, inisiyatif alan bir posizyon alması gerekir. Bu temayüle dair çok önemli işaretler görüyorum çeşitli yapı ve cemaatlerden. İnşaallah bu musibetten büyük bir “nasihat” ve “hasılat” elde edilir hep birlikte.