ABD bizi kimlerin yöneteceğine ve nasıl yöneteceğine karar verir ve olur. Kimlerle ilişki içinde olacağımıza karar verir ve olur. Kimlerle ticaret yapacağımıza karar verir ve olur. Kimin iyi kimin kötü olduğunu bize bildirir ve uyarız. Kimin terörist kimin aktivist kimin de “artist” olduğuna karar verir ve olur. Ne yiyip ne içeceğimize, nasıl yiyip nasıl içeceğimize karar verir biz de “yeriz”. Nasıl giyineceğimizi ve nasıl düşüneceğimizi işleyen muazzam “tezgahı” ile bize sevdirir. Biz de öyle giyinir ve öyle kırıtırız. Dost düşman tanımını o yapar. Bize uymak düşer. Doğu gerici Batı ilerici der. Biz de yalın ayak Batı'ya koşarız. Koşmayan geride kalır ve “gerici” olur. Çevremizdeki coğrafyayı dizayn etmek için topraklarımıza dokunulmaz, girilmez ve sorgulanmaz askeri üsler kurar. Bize “dost ve müttefik” demek düşer. Bize ayar vermeye çalıştığında kullandıkları en yüksek rütbeli “büyükelçileri” olur. Biz esas duruşta “ayarlanırız”.
Bu zincir oldukça uzatılabilir. “Dost ve müttefik” ABD ile ilişkilerimiz şimdiye kadar böyleydi. Sizce bu olağan bir seyir mi? Elbette hayır!
Son zamanlarda ise ABD “dost” ve “müttefik” maskesini kaldırarak alenen aynı işleri yapmaya devam ediyor.
15 Temmuz darbe girişimini planlayıp alenen destekliyor. Biz biraz bağırıp çağırıyoruz. Sonra ilişkiler eski olağan! seyrinde dönüyor.
Darbeciyi alenen “iç hukuk” gerekçesiyle koruyor. Biz de kızıp öfkeleniyor; biraz da söyleniyoruz. Sonuç? Dostluğumuz! kaldığı yerden devam ediyor.
Düne kadar terörist dediği unsurlara başka isim verip alenen ve resmen koruyup, kollayıp silahlandırıyor. Biz yine kıyametler koparıyoruz. Sonra ABD ve himaye ettiği unsurların Suriye'deki varlığını resmileştiren Münbiç Anlaşması imzalıyoruz. Ve bu zaferin! ardından ilişkiler yine kaldığı yerden devam ediyor.
Kudüs'ü siyonizmin “ebedi başkenti” ilan ediyor. Biz dünyayı ayağa kaldırıp toplantılar tertipliyoruz. Yaptırımı olmayan kararlar alarak “öfke dindirmesi” yapıyoruz. İki gün sonra her şey unutulup yine ilişkiler “dost ve müttefik” çerçevesine oturuyor.
Adam, cezaevine atılan ve baskılar sonucu dışarı salıverilen(evde gözetim altında)darbeci ajan Papaz'ı bahane ederek “bak seni %50 yoksullaştırırım” deyip, “gece yarısı tweeti” ile bizi(paramızın kıymetini) dünya paraları ve altın karşısında %50 değersizleştiriyor. Biz de çıkıp “bu yaptığın ayıp dostluğa sığmaz” deyip halkımıza ve Allah'ımıza sığınıyoruz. Ne güzel de yapıyoruz. Ama arkasından bu ajan için “papaz meselesini fazla irdelemezsen aramızda sorun kalmaz” diyoruz. Onlar da “Papaz evine gelmeden asla…” diyor. Tabi Papaz'ın gitmesi demek tam teslimiyetçi moda dönerek dik duruştan elde ettiğimiz bütün kazanımların da geri gitmesi demektir.
Buna rağmen zamana yayarak gerçekleştirilecek ve “hukuki” bir gerekçe ile gerekçelendirilecek “Papaz'ın Özgürlüğü” senaryosunun yazıldığı kanaati de iyiden iyiye pekişiyor gibi. Bu senaryoyu da gizli ABD muhipleri içten içe besliyor.
Tekrar soruyoruz; ABD'nin her dediğini yaptırdığı, yaptıramadıklarına da yaptırım uyguladığı bu ceberut tutumuna boyun eğip ilişkileri iyi tutmak mı normal bir ilişki; yoksa direnip bedel ödeyerek de olsa uzun vadede mevzi kazanıp boyunduruktan kurtulmak mı normal? Elbette şu anki düşük yoğunluklu dik duruşumuz normale daha yakın. Bırakın ABD ile ilişkilerimiz normale dönmeye yüz tutmuşken devam etsin.
Yoksa darbeciler geri dönerse, bedelini yine darbe gecesi sokakta olan biz garipler öderiz. Yükünü tutmuşlar bir şekilde dünyada sığınacak/barınacak yer bulurlar. Bakın FETÖ'cülerin istisnalar hariç mevki, makam ve para sahibi olanlarından içerde olanı var mı? Çoğu sığınacak bir “ABD” buldu. Onlardan da himmet/hizmet diye evini, arabasını satan, bileziğini bozduran ahmakları içerde kaldı. Maalesef çoğu halen içerde darbeciliğin yükünü gönüllü olarak omuzlamaya devam ediyor.
ABD ile iyi geçiniyorsak bilin ki bizde eğrilik var.