16 yaşında Fatma… Yüreğinde koca Mescid-i Aksa… Önünde kocamış, suskunluğunun zilletini yaşayan koca bir ümmet.
16 yaşında Fatma ve koca bir ümmet! Tek kelime konuşmak suçluluğumuzun ispatı olur. Suskunluğumuzun ise bu karelerle cezası verilir. Susmanın olduğu kadar konuşmak da yakışmıyor artık bize, biliyorum. Ve her harfin vicdan sızısı kadar yara aldıktan sonra yüreğe düşmesini temenni ediyorum. Fatma'ya sözüm yok. Onun aynasında koca gövdesi beliren ümmete, bize, kendimize çok sözümüz var. Sözünde özlere akacak güçlü bir tesire ihtiyaç var. İşte o tesir Fatma! Artık sözden de pratiğe geçişe sebep olacak olayların daha kaçıncı merhalesini yaşayacağız? Aylan vardı, Esma vardı, Yasin vardı. İşte şimdi de Fatma var. Mescid-i Aksa var, Doğu Türkistan var, zulüm altında inleyen kardeşlerimiz var, zindanlarda işkence gören Müslümanlar var, Suriye var, Gazze var, Mynmar var... Ne çok var, ne çok görüyoruz fakat ne az ar ediyoruz!
Ne çok acı var. Gerçekten bu acıya bizim aşina kılınışımız acıyı hissetme olgusunu öldürüyor olabilir mi? Kana, gözyaşına, ölümlerden ölüm beğenilecek kadar her çeşit zulme nasıl alışır bu gözler. Bir ele diken battığında onu kalbinde hissedecek kadar bir mümin kardeşliği nerede kaldı? Kendimizde hissedemeyecek kadar insanlıktan çıkan duygularımız bakmakla yetinip, sitem etmekle kalıp, sonrasında hayata hep kaldığımız yerden devam edecek. Acıyı kendi azalarımızda yaşamamız ve acının şiddetiyle silkinişin olması için Mescid-i Aksa'nın bir gün yıkıldığını mı duymak gerekiyor haberlerde… Ya da İslam düşmanlarının artık tüm Müslümanları hedef edinerek hareketlenmelerini gördükten sonra mı bir şeyler yapacağız?!
Vurulan 16 yaşında Fatma değil, koca bir ümmet. Yerde yatan o değil, ümmet. Galip olan o ama mağlup olan ümmet. Zafere koşan o ama zillete ram olan ümmet. Aksa'nın derdini tüm omuzlarına alan o ama dertsiz dertsiz kendilerinin boş dertleriyle gün geçiren ümmet.
Keşke acizliğimizden, tembelliğimizden vurulsak biz de! Kardeşliğimizden vuruldukça biz acıya duyarsız kalıyor, tüm gücümüzü birbirimize harcamaktan kardeşlerimize zulmedenlere güçsüzlüğümüzü, suskunluğumuzu veriyoruz.
Musa'nın asası olsa ve Kızıl denizi ayırdığı gibi bizi de ayırsa keşke bu gaflet halinden. İbrahim'in baltası içimizdeki ene, bencillik putlarını kırsa bir bir. Resullulah'ın Ensar ve Muhacir gibi bir örneklik peyda etse yaşantılara…
Meydanlardaki tekbir, salavat ve birliktelik moral oluyor bize evet ama tüm bir ümmet o tekbir, salavat ve birlikteliğin altında buluşup İslam derdiyle dertlenince bu moralin yüzlerde ne kadar gülücükler saçtığına şahit olacağız. O günler ne zaman? Esma, Yasin, Fatma, Aylan, zindan, Suriye, Doğu Türkistan, Aksa? Daha kaç merhaleden geçeceğiz? Hala yürek ve ayaklarımızı harekete geçirecek bir kıvılcım yakamadılar mı tüm bunlar ?!