Çok garip bir durum ama Müslüman olanların birbirlerini anlamasından bahsediyorum. Yani aynı Allah'a, aynı Peygambere, aynı Dine, Kitaba, Kıbleye ve diğer rükünlere birlikte iman etmişlerin birbirlerini anlamasıdır söz konusu olan.
Hani Mehmet Göktaş hocamızın meşhur bir tespiti var. Diyarbakır'da yapılan Kürt meselesinin çözümü için “İslami Çözüm Çalıştayı”nda yaptığı konuşmasında, bu yaman çelişkiyi şöyle bir örnek ile açıklamıştı kendi üslubuyla: “Türk kardeşimin yanına varıyorum. Yusuf İslam'ın İngilizce ilahisini açıyorum, eli yüzü gülüyor. Ama Kürtçe bir ilahi koyduğumda, hemen cin çarpmışa dönüyor. Bu İslamcı kardeşim haaa, yabancı biri değil.”
Öyle değil mi? Bizim sözümüz Laik, Sosyalist, Kemalist vb.lerine değil, bizatihi bizedir. Bu ülkede birbirine yabancı o kadar çok “Kardeş” var ki. Birbirlerini tanımıyorlar desek yeridir.
Efendim, ağırlıklı olarak bu ülkenin Doğu ve Güneydoğu'sunda yaşayan İslami camia mensuplarının hayatlarında iki dönüm noktası mevcuttur. Bunlardan biri 1990, diğeri ise 2000'li yıllardır. 1990'lı yıllar PKK ile yaşanan çatışmayı, 2000'li yıllar ise yaklaşık 20 bin kişinin işkenceden geçirildiği süreci belirtir.
Bu dönemlerde anlaşılmayı ne kadar da arzulamıştık. Birileri sesimize kulak verse de meramımızı anlasa diye kulak kabartmıştık yeşil medyaya. Ama nafile. Onlar da Cumhuriyet ve Hürriyet gibi gazetelerin jargonunu kullanıyorlardı. Gözyaşları içinde okuduğumuz haberler, bizi Allah'ın sürekli tavsiye ettiği sabır eğitiminden geçiriyordu.
Şimdi başlıkta kullandığım “Gecikmiş bir yazı” ifadesine açıklık getirmek istiyorum. Efendim, yukarıda yazdığım anlaşılmazlık hususunun bir nebze kırıldığını tebessümle ifade edebilirim. Çünkü son süreçte yaşadığımız 6-8 Ekim olayları sonucu şehid edilen Yasin Börü ve diğer kardeşlerimizin kanı, bir kırılmanın yaşanmasına vesile olmuştur. Elhamdülillah.
Bu anlamda bizzat kendimin “2016 yılı Nisan'ında yapılacak Kutlu Doğum etkinliklerinin ana teması ne olsun” diye ziyaret ettiğim akademisyenlerin çoğundan; “Hz. Muhammed ve Ümmet” diye cevaplar aldık. Ümmetin birlikteliği hususunda duyulan endişenin bir tezahürü olarak, birbirinden habersiz akademisyenlerin verdiği cevapların aynı olması, doğrusunu isterseniz şaşkınlığımıza neden oldu.
Birbirimizi anlama babından bahsedeceğim ve gecikmiş olarak belirttiğim husus ise şudur: Konya'da İkdam Eğitim Derneği çok hayırlı bir faaliyet gerçekleştirdi. Geçen yılın Kasım ayında, yani 8 Kasım 2015 günü, “28 Şubat'tan Bugüne Doğu'da Müslüman Olmak” konulu bir seminer gerçekleştirdi. Seminerin konuşmacısı Mehmet Duyu idi. Ayrıca Özkan Yaman Hoca ile Mehmet Emin Özmen de, 28 Şubat sürecinde bölgede yaşananlar ile ilgili bilgilerini paylaştılar.
Seminer, İkdam'ın mütevazı salonunda gerçekleşti ve kadınlı-erkekli bir dinleyici kitlesi vardı. İstenen şuydu: 28 Şubat'ta Doğu'da yaşananları birinci ağızdan, bizzat yaşayanlardan dinlemek. Anlatılanlar salonda duygusal anların yaşanmasına vesile oldu. Özellikle bayan dinleyicilerin büyük bir kısmının gözyaşlarına hâkim olamadıklarına şahit olduk. Belki de ilk kez böyle bir birliktelik yaşanıyordu.
Şöyle düşündüm de yaşananların birinci ağızdan anlatılması ne kadar da önemliymiş. Araya medya denilen yansıtıcı girmeden, olayı olduğu gibi anlatmak. Sonra eski düşüncelerinden dolayı hayıflanan kardeşlerin duygularına tanık olmak, epey sevindirici oluyor.
“Meğer bir zamanlar Müslüman Kürt kardeşlerimiz ambargo altına alınmışlar. Yiyecek ekmek bulamadıkları zamanlar olmuş. Hiç kimse onları minibüslerine bindirmiyormuş. Onlarla ticaret yapmak yasaklanmış. Hiçbir değirmen onların buğdaylarını öğütmüyormuş. Yaralılarını taşıyacak araba bulamadıklarından dolayı şehid veriyorlarmış. PKK, Jitem, Paralel vb. yapılanmaların kaçırdıkları camia mensupları, balıklara yem olsunlar diye nehirlere atılmış. Ya da boyunları kırılıp bilinmeyen yerlere gömülmüşler. İşkence seansları günlerce, haftalarca ve hatta aylarca devam etmiş. Cezaevlerine konduktan sonra tekrar tekrar TEM bürolarına götürülüp, işkencelerden geçirilmişler. Yaşanan işkenceler sonucu ruhlarını teslim edenler olmuş. Sorgusuz, sualsiz infaz edilenler olmuş. Geride kalan dul ve yetimler ile tutuklu yakınlarını, yine camianın fertleri sahiplenmeye çalışmış. Bütün bunlar yaşanırken maalesef şucu veya bucu olarak itham edilmişler” diye hayıflananları görmek de bir nebze de olsun içimize su serpiyor.