Bulunduğumuz bölgede tarih yeniden yazılıyor. Bu yazılan tarihi bu gün okuyanlar yanılabilir.
Asıl mesele, zurnanın zart dediği, nicesinin Allah'a yaklaştığı, birçoğunun da anasınıfında kaldığı “Kürt/Kürdistan” meselesidir. Kürdistan bir turnusol kâğıdıdır. Cezîri'nin şu beyti gibi.
“Derkete nava pencerê dil girtî da ber xencerê/ Sed Zahîd êxistin Jêrê Wê nazik u leb şekerê” (Pencereye çıkan Güzel, gönül(ler)i hançerledi/(Bu güzelliğiyle O,) Şeker dudaklı (Yar); yülerce Zahid'i (manevi tahtından) baş aşağı düşürdü).
Kürdistan meselesi nicelerini terfi veya tenzil ettirdi, ettirmeye de devam ediyor.
Gazetelerde; “İslamcı(!), liberal, Demokrat, solcu..” yazarlara bakıyorum. İstisna hariç, alayı milliyetçi, statükocu olmuş; yazık! Lütfen dağıtmaya çalıştıkları “merhametleri” kendilerinin olsun, alıp başlarına çalsınlar.
Gelelim Irak (Başur/Güney) Kürdistanı'na. Nedir neler oluyor?
Irak Kürdistan meclisinde toplam 111 vekil vardır. Referanduma 68 vekil katıldı. Bunların 65'i “evet” dedi. Barzani KDP'sinin meclisteki vekil sayısı ise sadece 38. Sonuç, her halu karda meşru ve makul bir karar.
Barzani başkanlığındaki Kürdistan, önceden aldığı karar ve meclisin son kararıyla 25 09.2017'de referanduma gitti. Seçimleri boykot eden HDP/PYD bileşenleri diyebileceğimiz sair muhalefetin ekseri de seçime bir gün kala, taraftarlarına “evet” yönünde çağrıda bulundu ve %93'e yakın bir “evet” oyu çıktı.
Bu kararla; “bağımsızlık ilan edilmeyeceği; sınırların belirlenemeyeceği; komşu ülkenin içişlerine alet edilmeyeceği..” en yetkili ağızlardan dillendirilmiştir.
Müslüman devletlerde, özellikle de Kürt nüfusun yaşadığı dört devlette çok tehlikeli bir dil kullanan, kin ve nefret söylemlerini işleyen; sayısız bağlarla perçinlenen kardeşliği derinden yaralayan çevreler var. Bilerek veya bilmeyerek tefrikaya hizmet ediyorlar. Herkes sorumlu davranmak ve konuşmak zorundadır.
Şurası bir gerçek; Kürt halkı son yüzyıldır; mahrum ve mahkûm edilmiştir. Bu mahrumiyete sebep olan aynı ülkeler; başka ülkelerdeki en küçük azınlıklarının haklarını, en yüksek perdeden savunmuş; bunun için savaşlara hazırlanmışlar veya savaşmışlardır. Tabiri caizse, AŞİRETLERİ dahi devlet olabilmiştir. Böylece; “hilafet ve ümmet bilinci” ağır yaralanmıştır.
Aynı ülkelerin Kürt ve Kürdistan'la olan maceralarına bakın. Yüzyılların kadim mirası olan “Kürt/Kürdistan” kelimeleri yasaklanmış, cezalandırılmıştır.
Dram, sadece Saddam'ın Enfal'ı veya “Halepçe'ye kimyasal” değil. Geriye doğru gittiğimizde; İran da “katliamlar; idam, sürgün, hapis, faili meçhuller, göçe zorlamaları..” uygulamıştır. Türkiye Cumhuriyeti şekillenirken, Ankara Hükümetinin yaptığı da bunlardan az değildir.
Cumhurbaşkanı'nın kendisi de “Dersim katliamını” kabul etmiş, özür dilemiştir. Bununla da kalmayarak, “Çözüm Sürecini(!)” başlatmış; bununla imkan kazanmasına rağmen PKK, kazdığı hendek ve çukurlarda taraftar bulamamış, halkı sokağa dökememiştir.
Kürt halkının vefakârlığı adına, bunlar unutulmamalı, gelecekteki beraberliğin referansı olarak algılanmalı.
Ortada bir gerçek var. Zamanın galibi Haçlılar, Kürdistan'ı dört parçaya bilinçli olarak bölmüşlerdir. Bu dört parçanın tümünde de ULUS Devletler hâkimdir. Her fırsatta, bu ulus devletlerin Kürtlere karşı “tehditkar ve aşağılayıcı..” sözlerine şahit olmaktayız. Bunlar; “ümmetin yetimi, koruyucu bir devleti olmayan, tarihi ağıtlarla dolu olan Kürtlerde” işi; “milli gurur, hassasiyet” meselesine çeviriyor.
Sayın Cumhurbaşkanı; kendisini seven Kürt halkını “şaşırtmış, üzmüş, kırmış hatta germiştir.” Bu olumsuzlukların ne denli derin işlendiği, ilk seçimlerde Kürt bölgelerindeki sandıklarda görülecektir. Bizleri birbirine bağlayan DUYGUSAL Bağ travma geçirmektedir.
Şu an ülkede Türk milliyetçiliği iktidarın zirvesine talimat veriyor gibi. “Meclise 550 yerli ve millî(!) vekil gönderin” diyen Cumhurbaşkanı'nın bu sözü, şimdilerde -Doğu'da- farklı anlamlar bulmakta.
Barzani'nin dış ilişkiler sorumlusunun feryadı içtendir; rencide edilmemeli, mutlaka duyulmalıdır. Diyor ki; “1992'dan beri-bir yere kadar- bağımsız bir devletimiz var ama Kürdistan'ın diğer bölümleri üzerinde negatif bir etkimiz olmadı.. AK Parti ve Erdoğan ile ilgili büyük beklentilerimiz var…”
Geçmişi sabıkasız; kardeşliğe Enfal ve cinayetlerle cevap verenlerden kurtulmak için kendine yetmeye çalışan; kapımıza gelen ve içimizde de milyonlarca dindaş ve ırkdaşları olan bir milletin temsilcisini reddetmek; insanlık onuruna sığmaz. Necaşi'yi hiç okumadık mı?
“5000 ülkücü Kerkük'e gitmeye hazır; ..yapılanlar savaş sebebi sayılmalı.. Derhal savaş ilanı yapılmalı..” da ne demek?
Öte yandan; “Vanalar bizde.. uçaklar uçmayacak; ..Irakla gümrüklere el koymaya hazırlanmak; ..havadan karadan yolları, yayınları kesmek; Bir gece ansızın geliriz..” ne demek? “Bir aşiret reisi çıkmış.. Sen kimsin!” demek? “ Kız söyler gelin ağlar..” ne demek? Neden “gelin ağlasın?” bu “Gelin'in” de nikâhta hakkı yok mu?
Irak'ta bir türlü kardeş olamadılar; komşu olmaları çok mu zor?
Kürdistan; Irak anayasasında tanımlanan haklarını dahi 1997'den beri alamıyor.
Bırakın Irak anayasasında tanımlanın ve tanınan Kürdistan, bu vesileyle kendi dalında kendine gelsin. Çünkü “çiçek, dalında güzeldir!”
Türk ve Kürt milliyetçiliği; iki kadim milletin kardeşliğini zehirliyor. Milliyetçi hareketler; faşizan söylemlerle, kontrolsüz ortamlarda hortlar. Bu gün Türkiye'deki “sağ,-sol, etnik ve dini” düşünen her kesim; Kürt Kimliğini, “yerli ve milliye ters” buluyor ve cezalandırmayı düşünüyor.
Yeni Türkiye; Eski'yi arattırmamalı.
Katliam, sürgün, idam, faili meçhullerle dizayn edilmiş olan Kürt halkının basılmış duyguları; dört devletin son uygulamalarıyla beraber Kürtleri; tüm değerlerini yeniden gözden geçirmeye, değerlendirmeye zorlamaktadır.
Geçmişin günahlarını büyük bedellerle üzerinden atmaya çalışan Türkiye; bu günah güruhunun yoldaşı olmamalı.
Yorgun Kürdistan artık anlaşılmayı beklemekte. Cahiliye döneminin ambargolarıysa Gayretulah'a dokunur; karşı cehaleti körükler.