Hep söylerim dünyada iki parti vardır. Bu partiler: “İslam-Küfür/Hak-Batıl/ Allah'ın partisi/ Şeytanın Partisi” gibi isimlerle adlandırılırlar. Özellikle şeytanın partisinin temel ilkelerini önceki yazılarımda ele aldığımdan tekrar etmek istemiyorum.
Çok partili hayata geçildikten sonra, hakkı temsilen ilk kurulan parti MNP ve MSP gibi milli görüşün ilk partileri oldu. Milli Selamet Partisinde iken hatırımda kalan sık kullanılan söz ve sloganlardan biri tekel binalarının kapı ve duvarlarına yazdığımız “sarhoş düzen yıkılacak elbet” sloganı açıkça şeytanın partisine karşıtlığı ifade ediyordu. Gazetemizin sloganı “Hak geldi batıl zail oldu” doğrudan Kur'an'dan alınma bir ayetti. “Küfür tek millettir” sözünden sonra “biz ve ötekiler” ayrımı alenen safları başta belirttiğimiz ikilem içinde açıklıyordu. Ötekiler çok olabilir ancak “Hak” tek olmayı gerektiriyordu.
Hak-batıl mücadelesi sabırla direnmeyi, musibetlere katlanmayı, ağır bedeller ödemeyi gerektiriyordu. Ama asla inhirafı, tavizi kabul etmiyordu. Direnilmedi mi, sabredilmedi mi, bedeller ödenmedi mi hepsi yapıldı vallahi. Köy, mezra, kahve, meydan gidilmedik yer, davanın anlatılmadığı dağ-taş kalmadı. Uzun emeklerin alın terinin birikimi ile bir yerlere getirilen partiler bir-bir kapatılıyor, siyasi yasaklar getiriliyor, ağır cezalarla yargılamalar yapılıyor, ilgili-ilgisiz kardeşlerimiz zindanlara atılıyordu. Mesela Nurettin Şirin bu hareketi koruma adına yıllarca zindan hayatı yaşamıştır.
Bütün bu baskılar, zulümler, direnişimizi pekiştiriyor, saflarımızı sıkılaştırıyor Aslı Rıza-i ilahi ya da i'layı kelimetullah olan hedefimize bizi kilitliyordu. İçimizden gevşek olanlar bizi kendileri gibi gevşetmeye çalışırken başarısız olunca ayrılıyorlardı.
Ancak maalesef sonuna kadar direnemedik, bir yerden sonra iyice gevşedik, dava partisi halkı dönüştürme iddiasını kaybetti ve kendisi dönüştü. Artık Türkiye partisi olma yoluna girmiştik. Kitle partisi olarak merkez partisi iddiasıyla davranılmaya başlandı. Haliyle tavizler verilmek zorunda idi. Bana göre kırılma noktası Nazlı ILICAK' ve onun gibilerin partiye alınması idi. Zira MSP'de iken eğitim seminerlerinde dikkat çekilen konulardan biri de Nazlı ILICAK ve tercüman gazetesinin tehlikesi ve alınması gereken önlemlerdi. Özetle bunlar “şeytanın sağdan yanaşması” olarak anlatılırdı. Hak'tan kimilerince zorunlu(!) nedenlerle birkaç derecelik sapma oluşmuştu. Bu sapma bilinçli bir tercih idi. Sapma evvela bölünmeyi getirdi. Bir taraf giderek erimeye çözülmeye diğer taraf büyümeye ve fakat büyüdükçe sapma açısının genişlemesine neden oluyordu. Küçülenler büyümeye çalışırken fiilen milli görüş gömleğini çıkarmış, büyüyenler de daha hızlı büyümek için milli görüş gömleğini çıkardıklarını yüksek sesle dünyaya duyuruyorlardı.
Sarhoş düzeni yıkma iddiasından rakıyı ve kumarı çeşitlendirmeye, umumhaneleri kapatma iddiasından umumhanelerden oluşan semtler, açık kadın pazarlarına evirilme başlandı. Şeytanın istediği de buydu. Ya hak, ya batıl, yerini biraz hak, biraz batıl düşüncesine bırakmıştı. Bizde yok yok, isteyene hak isteyene batıl sunuluyordu. Oysa hakka azıcık batılın karışması onu batıl kılmaya yetiyordu. En tehlikelisi de hak karışımlı batıl idi. Zira iğfal kabiliyeti çok yüksekti.
Partiler davetçi anlayıştan devletçi anlayışa çaktırmadan geçmişlerdi. Hala davetçi olduğunu düşünen her iki partinin hatipleri seçim sürecinde insanlara “davayı” anlatırken, aynı partinin diğer görevlileri/adayları insanlara pastadan pay, saltanat, şatafat ve debdebe vaad etmekteydi. Neticede dünyalık peşinde olanlar Kur'an'da da belirtildiği gibi dünyadan paylarını alıyorlardı. Sözde “dava adamaları”, ya kendileri de ahiretlerini dünyaya değişiyor onlar gibi oluyor ya da haksız servet edinmelere payanda oldukları için ahiretlerini berbat ediyorlardı.
Zaman zaman bu hak batıl karması partilerdeki bana göre eski dava adamları, partinin uygulamalarına bakarak sürdürülen saltanata, şaşaaya, israfa, itiraz etseler ya da “Hani Hz. Ömer'in adaleti, Nerde Hz. Osman'ın hayası vs.” deseler de pek inandırıcı olamıyorlar. Çünkü bu karmadan bunun çıkacağını bilemeyecek kadar saf değiller.
Bu işten yine şeytan aleyhillane karlı çıktı. Şimdi İslam davası adına yola çıkanlara karşı “sizin de aynı şekilde şeytanın tuzaklarına düşmeyeceğiniz ne malum?” soruları soruluyor. Artık insanlara “çağımız buhranda kurtuluş İslam'da, çare İslam, adalet ve hakiki hürriyet için İslam” dediğimizde, “biz bunları çok duyduk, söyleyenleri de görüyoruz.” diyorlar. Haksız da sayılmazlar.
HÜDA PAR hareketi yukarıdan beri izah ettiğim sapmalara karşı direnenlerin oluşumudur. En azından bu dava hareketinin aktif bir ferdi olarak siyasi tecrübemden çıkardığım sonuç budur.
HÜDA PAR açıkladığım nedenlerle yarışa önündeki bu fazladan engellerle çıkıyor ve kilometrelerce geriden başlıyor. Bu nedenle işlerinin çok zor olduğunu biliyorum. Olsun, engeller, yokuşlar, uçurumlar, tehlike ve zorluklar yolumuzun kilometre taşlarıdır. Allah yar ve yardımcıları olsun. Amin.