Yaşamak denen şeyin, kalbimizi göğüs kafesimize sıkıştırdığı günlerden uzaklaşıp felahtan az da olsa nasibimizi almak maksadıyla beş arkadaş ile karar vermiştik yolculuk yapmaya. Kadim dostların ısrarları ile rotamızı Doğu'nun güllerinden Bedlis (Bitlis)’e çevirdik.
Gitmeden evvel Bitlisli dostlarımızın uyarılarını dikkate alıp soğuğa karşı kışlıklarımızı da yanımıza almıştık.
Gelin görün ki çetin soğuğa sıcacık muhabbetler ile karşı koyabileceğimizi hesaplayamamıştık. Aksi halde Bitlis soğuğu bir kış boyu çekilecek cinsten değildi. Buzu, karı, kışı; sıcacık gönüllerinde eriten milletin memleketi, Bitlis...
Soğuk demişken, soğuğa karşı aldıkları bir tedbir daha var: Çay bahçeleri ve kahvehaneler. Tabureleri boşalmayan mekanlar... Sıcacık gönüllerine sıcacık çayları serpiştirenler...
Evet, çaydanlıkları boşalmayan şehirdir Bitlis.
Ağızlarıyla kaynar çay alanların, yine aynı ağızdan sıcacık muhabbet döktükleri şehirdir Bitlis.
...
Gezinin ilk günü... Misafirperverliklerine hayran kaldığımız Bitlisliler, ayağımızın tozu ile bizleri Bitlis denince akla ilk gelen Büryan yemeye götürdüler.
Büryan, kuzunun bütününün (organları alınmış şekilde) yaklaşık 2-3 metre derinliğinde çamur ile kapağı kapatılmış bir kuyuda odun ateşi ile pişirilmesi ile olur. Kuzu etinin belki de en güzel hâlidir.
Fakat eğer Bitlis’te büryan yiyorsanız, sofrayı güzelleştiren sadece büryan değil Bitlislilerin samimiyetleri, mizaçları ve konuşmalarıdır.
İki lezzet bir araya gelince de bırakın sofradan kalkmayı, saniyeler ilerlemesin, donsun istersiniz. Lakin zamana meydan okuyamaz ve gezinizi kaldığı yerden sürdürürsünüz.
...
Büryandan sonra rotamızı Nemrut Krater Gölü'ne çevirdik.
Yol, dağın eteklerinden geçtiğinden, buz kesmiş havadan biz de nasibimizi aldık.
Bitlisli kadim dostlar el çabukluğu ile közde çay yaptılar bizlere ve eşsiz manzaraya karşı yudumladık.
Gün batımına yakın çekilen fotoğraflar kartpostallık görüntü oluştururken; yudumlarımıza ezgiler, nağmeler, türküler eşlik etti. Tıpkı şehrin soğuğuna karşı alınan tedbir gibi bu çay da, Nemrut'a çıkarken içimize işleyen soğuğu bir nebze giderdi.
Ardından kısa bir Tatvan turu, sahil kenarında muhabbet, çay, sahlep, yorgunluk ve ev...
Günün bütün yorgunluğu üstümüze çökmüşken, eve varıp uyumanın hayallerini kuruyorduk. Fakat yorgunluğu giderecek başka bir yol daha varmış: Gece meclisleri.
Gece, misafir kim olursa olsun, evin bütün erkekleri, eş, dost, akraba; misafirin olduğu eve toplanır ve muhabbete başlarlar. Siz yorulduğunuzu sanırsınız ama aksine enerjinizi sanki gün boyu geceye saklamışsınız gibi konuşmanın akışına kaptırırsınız kendinizi.
Bitlis ağzı ile konuşulan meseleler, ilginç hikâyeler, ders verici, ibret dolu olaylar vs... Konu konuyu açar, çay bardaklarının yerini meyve tabakları, onların yerini kahve fincanları alır derken uyku saatinin geldiğini meclisin en büyüğünün müsaade istemesiyle anlarsınız. Bir nebze burukluk yaşarsınız gecenin biteceğini fark ederek. Ama ertesi gün yaşanacakların heyecanı burukluğa galebe çalar. Artık uyuma zamanı...
...
Sabah namazı vakti... Namazlar eda edildi. Henüz şafak doğmuş sayılmazken geceden planladığımız üzere Bitlis'in meşhur yemeklerinden 'avşor' içmeye gittik. Avşor; büryanın suyu ve yağı ile yapılan bir çeşit çorba. Bakmayın çorba dediğime. Bitlislerin vazgeçilmez kahvaltısıdır avşor. Birçok Bitlisliye göre tadı Büryan ile yarışır güzelliktedir.
Avşor yudumlarken, dağların arasındaki şehri, Bitlisi keyifle izlemek de işin cabası. Eşsiz manzara, sopsoğuk hava, sıcacık çorba ve keyifli muhabbetler ile geçen dakikalar. Huzur değil de nedir adı? Cebinde birkaç kaşıklık çorba içecek paranın olması, huzur için kâfi iken kocaman metropollerde en lüks arabalar ile en şaşaalı lokantalarda huzur bulamayanların nesi eksik?
Ufacık dükkânlarında birkaç lokmalık ekmek parası uğruna canını dişine takarak esnaflık yapan Faris amcanın yüzünden tebessüm eksik olmazken, koca koca plazalarda iş sahibi olanlar neden yaşamdan aynı tadı alamıyorlar? Ve yine aynı insanlar hangi cüretle bu mutlu insanların yüreğine seslenmenin hesaplarını yapıyorlar? Kalpten kalbe akan yolun kocaman reklam panolarından geçmediğini ne zaman anlayacaklar? Gönlü gönle değdiren şey ne paraymış ne de pul. Birkaç tutam içten hoş söz ve vicdan!
...
Huzurun sokaklarında geziniyoruz. Bitlis kalesi, İstanbul'da medfun bulunan Ebu Eyyüb El Ensari'nin kardeşi Feyzullah Ensari'nin kabri, şehrin ortasından akan dere ve Bitlis'in meşhur beş minaresi gezimizin durak noktaları. Rivayetlere göre Rusların Bitlis'i işgalinden sonra harabeye dönmüş şehirde ayakta kalan sadece beş tane minare imiş. Ve her bir minare şehrin bir köşesini süsler şekilde konumlanmış. Hâla o dönemden kalma kurşun izleri taşıdığından, ilgi odağı oluyor beş minare.
...
Gezenler tarafından bariz bir şekilde fark edilen bir durum bizim de dikkatimizi çekiyor. Muazzam tarihi ile misafirlerini ağırlayan memlekete yakışmayan bir durum: Kirlilik ve yıpranmış yapılar...
Başta dere olmak üzere sokakların, caddelerin kirliliği ve birçok binanın eskimiş olması şehrin antikasını zedeliyor. Neyse ki sitemimizi belirttiğimiz gibi, restorasyon ve yenileme çalışmalarının başladığını öğreniyor ve üzüntümüzü az biraz def ediyoruz.
Çarşı sokaklarında gezinirken memlekete Bitlis'ten ne götürülür diye soruyoruz. "Çok şey var ama en çok bal ve ceviz götürülür" cevabını alıyoruz. Öğrenciliğimizin azizliğine uğruyor, bal alamayacağımızı söylüyoruz ve gözümüzü cevize çeviriyoruz. Cevizci abinin esprisi yine ortamı şenlendiriyor sanıyoruz ama '60 kilo mu alacaksınız?' sözünün aslında espri olmadığını oradan ayrıldıktan sonra öğreniyoruz. Bırakın 60 kiloyu 6 kilo bile alamayacak oluşumuz satıcıyı bir nebze hayal kırıklığına uğratıyor. Ama dediğim gibi öğrenci adamın elinden ne gelir ki en fazla? İki kilo cevizi sırtlayıp (!) yolumuza devam ediyoruz.
Çarşıyı gezinirken bir durum daha dikkatimizi çekiyor. Herkesin herkesi tanıdığı bir şehirde sıcaklık nasıl hissedilmez ki? Kadim dostlarla Bitlisi gezmek demek her dakika yoldan geçen birine selam vermek demekmiş, bunu öğreniyoruz. Herkes birbirini tanıyor, selamlaşıyor, dostluklar pekişiyor, insanlar dertlerini açacak başkalarını buluyor, sanal yalnızlıklarda kaybolmuyor. Modernliği aşan bir kültür bu. Şuan parmaklarımın altındaki klavyenin, üzerinde tahakküm kuramadığı insanlar... Geceyi sosyal mecralarda yapay muhabbetlere hapsetmeyen bir anlayış...
Sıcacık yataklarında sopsoğuk mesajlar yazan medya kahramanlarının buna ihtiyacı var!
...
Gezimizin üçüncü günü.. Bizlere birçok şey öğreten Bitlis'e veda vakti. Güzel insanlarda bulduğumuz bir nebze nefese veda, sıcak çayların muhabbet demlediği memlekete veda, çağın sözde ihtiyaçlarına meydan okuyan memlekete veda zamanı.
Kardeşlik, muhabbet, samimiyet, tarih, kültür, ağız(şive) ve çağa meydan okuma adına birçok kavramdan nasiplendiğim Bitlis'e mutlaka ama mutlaka yolunuzu düşürün. Hele ki kadim dostlarınız orada yaşıyor ise...
Sıhhatle kalın
Hüseyin Gülsever