Merhum Necmettin Erbakan'ın başbakan olduğu 28 Şubat 1997'de olağanüstü toplanan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası açıklanan kararlarla Türkiye'de, adını tarihe kara bir leke olarak yazdıracak dönem başlamış oldu.
Askeri vesayetin öncülüğündeki yargı, bürokrasi, medya ve sermaye bileşenlerinin kirli ittifakıyla inançlı insanların hedef alındığı 28 Şubat sürecinde, inancını yaşayan Müslüman halka yönelik kirli senaryolar uygulandı, oyunlar oynandı.
"Bin yıl sürecek." denilen o dönemde Diyarbakır Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü'nde eğitim gören Aysel Yaşar, Allah'ın emri gereği taktığı başörtüsünü çıkarması için türlü zorluklara maruz kaldı.
İnancından taviz vermeyen ve Allah'ın ayetlerinin ayaklar altına alınmasına müsaade etmeyen Yaşar, eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldı.
Kendisi gibi mağdurların sesi olmak amacıyla kurulan 28 Şubat Kadın Platformunun Diyarbakır temsilciliğini yapan Yaşar, o dönemde yaşanan zorlukları İLKHA'ya anlattı.
Başörtüsü yasağı başladığı için okullara alınmadıklarını belirten Yaşar, "Bu yasak Türkiye'nin her yerinde başlamıştı. Yasağın uygulanması açısından Malatya pilot bölge seçilmişti. Doğu, yapısı itibariyle karmaşık olduğu için baskılar daha yoğundu. Sınıflara girdiğimizde başörtülü olduğumuz gerekçesiyle 'Siz bu şekilde sınıflara giremezsiniz. Sizi almamız yasal değil.' denilerek sınıflardan kovuluyor, rencide ediliyorduk. Bu durum ister istemez psikolojimizi bozuyordu. Hiçbir baskı bizi yıldıramadı. Başörtülerimizi açmadık fakat FETÖ'cü dediğimiz Fethullah Gülen taraftarları, Fethullah Gülen'in verdiği fetva ile yasak sürecinde başlarını açtılar. Direnişimiz iyice kırıldı. Bana göre bu daha acıydı. Yasaktan ziyade onların başlarını açıp bizim direnişimizi kırması, başörtüye göstermiş oldukları saygısızlık nedeniyle daha çok acı çektim." dedi.
"Gözaltına alsalar bile bize gam olmazdı"
Baskı ve zulümlerin fazlalaşması nedeniyle birçok kişinin eğitimini bırakmak zorunda kaldığını dile getiren Yaşar, şunları söyledi:
"Baktık ki giremiyoruz, kimi okulunu bıraktı, kimi devamsızlıktan kaldı, kimi cezalardan dolayı ayrılmak zorunda kaldı. Böyle bir baskıya maruz kaldık. Polisler daha sonraları kapılarda bekliyordu. Bizim bir şeyler çıkarmamızı, tepki göstermemizi istiyorlardı. Bu şekilde bizi gözaltına alacaklardı. O da çok büyük bir baskıydı. 20'li yaşlarda genç kız olarak, polis bizi her an alabilir. 'Ailelerimiz ne tepki verir?' şeklinde endişelerimiz oluştu. Yoksa Allah rızası içindi, gözaltına alsalar bile bize gam olmazdı ama ailelerimizden çekiniyorduk. Çünkü yüzde 90 arkadaşımızın ailesi destek vermiyordu. 'Başınızı açın, ne olacak?' diyorlardı. Çünkü çoğu aile, İslami anlamda çok fazla hassas değildi.
Başlarını açmalarını isteyip baskı oluşturanlara taviz vermediklerini ve bu nedenle psikolojilerinin bozulduğunu kaydeden Yılmaz, yaşadıkları travmayı yıllarca atlatamadıklarına işaret etti.
"Çok zor bir dönemden geçtik"
Yaşar, okulu bırakan bazı genç kızların, ailelerinin tepkisi nedeniyle memleketlerine dönemediklerini söyleyerek, "Yani kızlar okulu bırakmış, korkudan eve dönemiyorlar. 'Orada ne olacak? Ailelerimiz çok büyük tepki verecek.' diye yurtlardan da atıldılar zamanla. Kalacak yerleri bile olmuyordu. Artık özel yurtlara geçiyorlardı. Tabi, Fethullahçıların yurtları da kabul etmiyordu. Yani çok zor bir dönemden geçtik." ifadelerini kullandı.
"Biz okulu kazandıktan sonra direkt memuriyete atanıyorduk"
2011 yılında başörtüsü serbest olunca kendilerine üniversite yolunun tekrar açıldığını ve yarıda bıraktığı eğitimini tamamladığını bildiren Yaşar, "Bir, bir buçuk senemiz kalmasına rağmen 3 sene okuduk. Mesela bir senesi kalan arkadaşlar da 2-3 sene okudular. Bu şekilde okullarımızı bitirdik. Üniversitenin zor kazanıldığı bir dönemde biz okul kazandık. Zaten kazandıktan sonra da direkt memuriyete atanıyorduk. KPSS 2000 civarında çıktı. Zaten biz o zamana kadar bitirmiş oluyorduk. Hatta ilk KPSS uygulandığında formalite icabı uygulandı. Girenlerin neredeyse yüzde 99'u atandı. Şu anda ise bizim önümüze KPSS çıkarıldı. Bizim 20'li yaşlarda gençlerle yarıştırılmamız doğru değil. Bizim 20 senemiz gitmiş. Bizimle bitiren kardeşlerimiz 20 yıllık öğretmenler. Maddi ve manevi anlamda çok rahatlamış, işlerinin ehli olmuşlar. Ben okula döndüğüm zaman 3 çocuğum vardı, hepsi de küçüktü. Bundan sonra ne yapacağız? Bir daha dershaneye git, 25 yıl önce gördüğün lise derslerini tekrar al. Bilgiler eskidi. Ben liseyi bitireli de 25 sene olmuş. 25 yıl önceki bilgilerin tekrarlanması, bizim yaşımızda bir insanın KPSS'yi kazanması çok zor." şeklinde konuştu.
"Sapık fikirli insanlar bizim çocuklarımızı yetiştirdi"
28 Şubat sürecinde dindar insanların ortadan kaldırılmak istendiğini belirten Yaşar, sözlerine şöyle devam etti:
"Mesela öğretmenler öğretmenlik yapamayacak, diğer meslektekiler mesleklerini yapamayacaklar. Bu anlamda birçok zarar verdiler. Mesela örtü kavramını çok kötü bir hale getirdiler. Biz o zamanlar öğretmen olsak belki bizim yetiştirdiğimiz gençlik çok farklı olacaktı. 20 yıla yakın bir dönem bizi ortamdan uzak tuttular ve çok kötü bir gençlik ortaya çıktı. Çünkü dindar kesim, değerlerini bilen kesim ortada yok. Sapık fikirli, belki de ahlaki meziyetleri tam oturmamış insanlar bizim çocuklarımızı yetiştirdi. Biz olsaydık bu ne kadar değişirdi bilmiyorum ama inanıyorum ki çok farklı bir profil ortaya çıkardı. Biz Allah'tan korktuğumuz için o insanlara ahlaki değerlerini, dini değerlerini daha güzel verecektik. Allah korkusunu öğretecektik. Daha güzel bir gençlik ortaya çıkacaktı diye düşünüyorum. Hakkım iade edilirse ben de hizmet etmek istiyorum. İnanıyorum ki bizim yetiştirdiğimiz çocuklar değerlerine daha bağlı hayırlı insanlar olacaktır."
"Gençlerimiz dini değerlerine bağlı hayırlı gençler olsunlar"
Bazı konularda 28 Şubat döneminin amacına ulaştığına dikkati çeken Yaşar, "Gençlerimize içi boş tesettür anlayışını aşıladılar. Şu anda gençlere sesleneceğim şey şudur: Biz zamanında çok mücadele verdik, çok çabaladık. Yeri geldi dünyalıklardan vazgeçerek bu aşamaya gelebildik. Benim istediğim, gençlerin biraz daha inançlarına, dini değerlerine sahip çıkmaları, o zamanlar verilen mücadeleyi gözden geçirmeleri, tesettürün ya da dindarlığın çok basite almamaları gerektiğidir. Bu işe gönül vermişlerse her anlamda kendilerini yetiştirmeleri gerekiyor. Biz o zaman ne örtümüzü küçülttük ne pardösümüzü daralttık ne başka bir şey yaptık. Bugünkü örtüye bakıyorum da insanlar sanki bunu günlük normal kıyafetmiş gibi görüyor. Tesettür çok kıymetlidir. Ben başımda Allah'ın ayetini taşıyorum. Bu da benim için çok büyük bir şereftir. Örtülü kardeşlerimiz de bunun bilincinde olmak zorundadırlar. O dönemde yapmak istedikleri şey, Allah'ın ayetini ayaklar altına almaktı. Hamd olsun, biz onu ezdirmedik. Hiçbir şekilde ezdirmeyiz de. Tesettürün Allah'ın ayeti olduğunu bilerek çok saygı göstermeleri, buna göre davranmalarını istiyorum. Özellikle okulların yolu açıldı, meslek sahibi olacaklar. Bizim için meslek sahibi olmak her şey demek değildir. Meslek sahibi olacaksa o insan, eğer dindar ve tesettürlü ise önce Allah rızasını gözetecek ve bu mesleğini Allah rızası için değerlendirecek. İnşallah gençlerimiz bu anlamda dini değerlerine, gelenek ve göreneklerine bağlı hayırlı gençler olsunlar." dedi.
İLKHA