Deryanın büyüklüğünden sıkılmış olacak ki, yine de bize, sahillerimize dönmüş dünyayı daralttığımız çocuk.
Balıkların çokluğuna dalgaların coşkusuna, sırt çevirmiş insanlığa! Geri dönmüş çocuk. Dönmüş ama besbelli küskün çocuk. Küstüğü her halinden belli… Sevgisiyle küskünlüğünü harmanlamış bir edada. Sevgisiyle hüznünü, nefretini…
Ye's ile ümit arasında...
Yüzü geldiği deryaya dönük; hüznü acısı ve ümidi ise karaya… Belki de kapkaraya.
Sahile uzanmış çocuk usulca, sahile vurulmuşçasına… Sahilde uyumuş bayram sabahına hazır çocuk heyecanıyla; taralı saçlar, kırmızı tişört ve yepyeni potini ile…
Sahile uzanmış çocuk. Sağ elini başına doğru götürmüş, sol eli, gelip tutacak insana! Kolaylık olsun diye olabildiğince serbest. Kafasının sağ tarafını ve sağ gözünü hafif kumlara gömmüş küskünlüğünü haykırırcasına. Son ümit ile sol gözünü hem gelecek “insan!”ı görmek; hem de belki de ümitsizliğine sebep tekrar döneceği deryayı göz ucuyla seyredebilmek için açıkta tutmuş.
“Düşene bir tekme” tarihi tecrübesine vakıf çocuk, dizlerini, karnını korumak için hafif içeri çekmiş.
Ne tam yüz üstü uzanmış, ne de yan uzanmış çocuk ye's ile ümit arasındaki kararsızlığıyla…
Bir “anne” şefkatinin, bir “baba” merhametinin gelip onu alacağına dair…
Biliyorum bu beklentin çok çocukça be çocuk. Zira insanlık yetim… İnsanlık öksüz…
Ama yine de bir umutla, bir milyardan bir yetimi okşayacak bir YETİM bekler çocuk.
Artık derya ile dünya arasında bir karar kıl be çocuk! Bir karar ki dağlar kararlılığında mûhkem ve muhteşem…
Siz hiç küsmediniz mi annenize-babanıza bir kahvaltı öncesinde. İnatla gururla sürdürdüğünüz, ama umutla size uzanacak kararlı bir baba elini beklediğiniz; uzanmayacaksa bu el acısını on yıllarca bir travmaya dönüştürdüğünüz ve bir travmada babanıza itiraf ettiğiniz.
Bekliyor sahilde çocuk! İnatla, gururla, ümitle…
Yok mu uzanacak bir anne, bir baba, bir “insan”. Bayram sabahı neşesinde… Bu; insanın “YETİM” mirası çocuğa…
Sırtını bize yüzünü deryaya, sağ gözünü toprağa sol gözünü merhamete dikmiş; arkasını “batı”ya öfkesini ve ümidini “doğu”ya, doğudan doğacak güneşe çevirmiş, dizlerini karnına, kollarını ise gelecek merhametli ele her türlü kolaylık olsun diye olabildiğince serbest bırakmış bu çocuğa; sahile vurulmuş, “insan”a vurgun çocuğa… Yok mu uzanacak bir vicdan! Bir medeniyet! Bir inanç.
Peki kim bu çocuk? Nerden geldi? Niye geldi? Kimden geldi? Kime geldi?
Ne önemi var. Size ne!
Bodrum sahilleri ıssız ve sessiz…
Deryanın sahilleri “insan”sız…
Silvan'da Maskeli Balo
Bir başka olur Kürdistan'ın ölümleri.
Bir başka ölür Kürdistan'ın çocukları… Aşkları ve savaşları gibi.
Silvan'ın ortasında gövdesiz bir baş; başsız gövdelere bir mesaj…
Ne Bodrum Sahili'ne vurulmuş vurgun çocuk özgürlüğünde, ne de toprağa gömülmüş çocuk görünmezliğinde.
Hem varsın! Hem Yoksun! Belki de bombanın sessizliğine bir isyansın. Veya dağlardaki koçlara! Bir kurban... Ya da beyni Dehhâk'ın yarasına merhem kurbanlık çocuk. Nerde kaldı Kawa? Nerde beynin, nerde tarihin?
Gövdesi yok bu çocuğun halksızlığı gibi, halkının sessizliği gibi, kuzuluğu gibi… “kuzuların sessizliği” gibi. Yüzün maskeli. Başın var ama “sen” değilsin. Kürdistan'ın ortasında Cadılar Bayramı'nın Maskeli Balosu… Bu “baş” senin değil Fırat. Bu baş seni “dağların sefasının devamı” uğruna maskeleyen ve Turan'lara kurbanlık koyun olarak adayanların başının temsili bir figürüdür adeta. Bir “baş” ama beyni yok… Göz ile ağız yer değiştirmiş Silvan'ın ortasında. Dili kopmuş Fırat'ın. Seni başka dilden anlatışım ondandır be Fırat! Seni anlatamayışım ondandır be ey susuz akan Ferat! Bu sebepledir ki sefer eylemelisin Dicle ile Fırat arasına Hacer'e nispet… Yedi kutsal sefer…
Yüzün maskeli mi? Eyleme mi çıktın? Yoksa bu “baş” senin değil mi? Bir baş var orta yerde kulaksız... Sağır sultan edasıyla… Ferat'ın susuz akışına sağır kesilmiş dünya.
Fırına sıcak ekmeğe giden gövdesiz çocuk. Söyle şimdi hangi elinle tutacaksın ekmeği... Yoksa ellerin yanmasın diye mi koptu bedeninden. Hangi ekmek kavgasına gitti ellerin. Hangi iffet kavgasına gitti bedenin.
Nereye gömelim seni çocuk?
Yok ki gömecek gövden, gövdene misal halkın…
Bir başın! Var maskeli. Onu nereye gömmeli? Silvan'a! Silvan'ı da Kürdistan'a…
Gömmeli bu “maskeli baş”ı Kürdistan'ın ta ötelerine be Fırat, ki hortlayacaksa bir daha yedi iklim ötede sesi gelmemeli.
Bu “baş” senin değil, bu “baş “sen” değilsin Fırat!