Biraz tekerleme olacak ama başarmak için en başta hedeflenen işe başlamak gerektiği gibi yenilmemek için de yenilenmek ve yenilemek şart.
Allah'tan gelip yine Allah'a irca olunan bir seyr-ü sefer, kemalat mertebelerine süluk, ahlak-ı hamidede tekamül, vuslat, erişme ve istikamet gibi uhdesindeki nice mefhumla madde ve manada sürekli hareketi öngören İslam medeniyeti de “Lâ ilâhe illallah sözü ile imanınızı yenileyiniz.” (Müsned 2/359) Nebevi telkiniyle işaret edildiği üzere bir yenilenme disiplinidir.
Hatim, tilavet, kıraat, tezekkür ve tedebbür niyetine tekraren okunan ayetler gibi her kılınan namaz da bir öncekinin aynısı değil yenisidir. Bu arayışın illa ki ticari, siyasi, ekonomik, askeri hasılı bireysel ve sosyal vechelerinin olması da hava ve su gibi hayati zaruretlerdir.
Yalnız dahili ve harici faktörlerin ağırlığı bir yana, Osmanlı'nın gerilemesine karşı ortaya konan yenileme çabalarının esasa mugayir, nakıs, yavaş, marazlı ve nihayetinde sadra şifa olmadığı hakikatinden dersler çıkarmak da elzemdir. Yeni sisteme geçiş için gösterilen irade ve gelinen nokta da sonuçta alınan bu dersle alakalıdır veya en azından öyle umuyoruz.
Yeni cumhuriyet, kurucusundan sonra bu çapta bir yetkiyle ikinci kez tanışıyor. İlk yetkinin nasıl kullanıldığı malum ve halkın bu denli bir görevlendirmeyi, birincisinin devamını savunan cenaha rağmen yaptığı da malum. Hatırlanırsa 16 Nisan referandumunda Kılıçdaroğlu; “Bu kadar yetkiyi evliyaya verirsen azdırırsın diye Anadolu'da bir deyim vardır. Bir kişiye bu kadar yetki verilmez.” demiş, Baykal ise biraz daha ileri gidip, yetkinin aşırılığını anlatırken işe peygamberi katarak çizgiyi aşmıştı. Şimdi onları da rahatlatacak birkaç laf söylenebilir.
Mesela; “Korkmayın her ne kadar elinde yetkisi olsa bile bu cumhurbaşkanı, sarığı fesi çıkarıp şapka giyeceksiniz, yoksa ben yapacağımı bilirim demeyecek. Kütüphanelerdeki, mekteplerdeki bin yıllık lisanı yani Kur'an harflerini kaldırdım, şu Çanakkale'yi geçemeyenlerin alfabesine geçiyoruz demeyecek. Medreseleri, alimleri, tekkeleri, ezanları ve diğer İslami şiarları tebdil ediyorum, değiştiriyorum filan da demeyecek. Yahut kendi heykellerinin açılışı için vilayet vilayet dolaşmayacak.”
Elbette ki yenilik, heyecan vericidir, lakin yenilenmedeki gaye iyi tespit edilmeli. Herhalde tecdid ve yeni dönem derken sırf keyif olsun, moda olsun, elalem görsün diye evini arabasını değiştirenlerin lüksünü değil evvela bozulan zaruri eşyasını yenilemek zorunda iken kendisine sunulan imkan ve tanınan fırsat ile bu amacına ulaşan kimselerin yaptığı şeyi anlıyoruz.
Şimdi şu memleketi koca bir hane gibi tasavvur edersek, bu evde içine konan malzemeyi yakan ya da pişirmeyen bir fırın var adı adalet, çalışırken çok ses çıkaran ancak çöpü, tozu kiri pasağı çekmeyen bir süpürge var adı eğitim. Düşerim diye üzerine oturamadığınız kırık, yamuk bir koltuk var adı ekonomi. Gürültüsünden mahallenin rahatsız olduğu, kirli çamaşırlarınızı evirip çeviren ancak giderek güçten düşen bir çamaşır makinesi var adı aile. Ve diğerleri. Şimdi yeni dönem derken bunların ya ustaca tamir edilmesini anlıyoruz veya yenileri ile değiştirilmesini.
Yenilenmenin sureti dahi bir güven ve motivasyon sebebidir. Bunun iyi değerlendirilmemesi halinde ise tabiatın kabul etmeyeceği boşluğun kimseye acımayacağı gerçeğini unutmamak gerekir. Ve kulaklara küpe olması gereken şu ayeti de hatırlama vaktidir: “Onlar ki, eğer biz kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar. Her şeyin akıbeti Allah'a aittir.”(Hac 41)
Denir ki; Ömer b. Abdülaziz (ra), halife olup da yepyeni bir idare biçimi ve adaletli bir yönetim oluşturunca, halk şöyle konuşur olmuştu: "Bu gece Kur'an'dan ne ezberleyeceksin? Dün gece teheccüd namazına kalktın mı? Şu ayet-i kerimeden neler anlamak gerekir? Kaç günde bir Kur'an'ı hatmediyorsun? Ayda kaç gün oruç tutuyorsun? Allah yolunda hangi çalışmaları yapıyorsun?” (Taberi, Tarih 4/139)
Bakalım bu ülkedeki yenilikten sonra halk, kendi arasında ne konuşacak?