İdlib bölgesinde yaşanan son çatışma dalgası, Moskova’da varılan son “Ateşkes uzlaşısı” ile neticelenmeseydi, sahanın giderek bir İran-Türkiye çatışmasına doğru yol alması kaçınılmaz olacaktı. Ateşkes uzlaşısı her ne kadar Moskova ile yapılmış olsa da son birkaç günde sahada yaşanan bazı sıcak gelişmeler bu gerçeği görmemizi kaçınılmaz kılmaktadır.
Ateşkes uzlaşısının kapsamı üzerine farklı tartışmalar yaşanmaktadır. Oysa duygusallığın hakim olduğu bir atmosferden kurtulup aklı selim ile kararlar almak bakımından çatışmasızlığın altın değerinde olduğunu ıskalamamak gerekir.
ABD’li yetkililerin deyim yerindeyse tonlarca destek açıklamalarının üzerinden fazla bir zaman geçmemişken Trump’un son açıklamalarından birinde “Türkiye ile Suriye arasındaki sınırı biz koruyorduk. Neden bunu yapıyorduk ki. Bırakalım birbirleriyle savaşsınlar” demesi, son krizde ABD ve NATO şeflerinin destek açıklamalarına rağmen gerçekte bölgesel iç çatışmalar için ne denli pusuda yattıklarını göstermektedir.
Şunu herkesin bilmesi lazım; ABD ve Rusya herhangi bir bölge ülkesi için kendi aralarında asla çatışmaya girmezler. Bazı noktalarda birbirleriyle çekişmeleri olsa da bu, herhangi bir bölge ülkesi için değil, öngördükleri kendi çıkarları içindir. Kaldı ki son kertede uzlaşı ve paylaşım konusunda da yeri geldiğinde birbirlerine karşı gayet “Medeni tavırlar” sergilemekten kaçınmazlar.
Hal böyle iken her türlü uzlaşı arayışları için bölge ülkelerinin kendi aralarında değil de ABD veya Rusya ile kendi bölgesel iç sorunlarını çözme çabalarına girmesi, eninde sonunda kısır döngüye mahkum kalmanın ötesine gidememektedir. Günümüzde buhranlı alanlar ve bölge ülkelerinin bu buhranlı alanlar üzerinde yaşadıkları derin ihtilafların, adı geçen iki küresel aktör açısından ayaklarının basabildiği en sağlam zemin haline geldiğini unutmamak gerekir. Bölge ülkeleri ihtilaflı sorunlarını kendi aralarında çözme iradesi gösterebilselerdi, küresel aktörlerin hakemlik rollerine gerek kalmayacağı gibi, müdahil olmaları için Moskova ya da Washington’a VİP davetiyeler de gönderilmezdi. Bunun farkında olan iki aktör sizce ellerine geçen bu muazzam imkandan mahrum olmak isterler mi? Ya da mahrum kalmamak için ellerinden gelen tüm çabaları sergilemezler mi?
Nitekim bu tür manevraların son örneklerinden birini Irak sahasında yaşanan iki önemli olayla bir kez daha müşahede ettik. İlki, Irak Başbakanı Abdulmehdi’ye yapılan sivil darbe; ikincisi Kasım Süleymani suikastı idi.
Bildiğiniz gibi İran ile Suudi Arabistan arasında kronikleşen sorunlar var. Ki bu sorunlar bölgenin tamamını etkilediği gibi, Amerika’nın Suudi sömürüsünün de ana sebeplerinden biridir. Her ne olduysa iki ülke arasında iletişim kanalları oluşturuldu, arabulucular devreye girdi. İndependent’in protestoların başlangıcında “Beyaz Saray kaynaklarına” dayandırdığı bir analizde Amerikalıların Abdulmehdi’nin ipini çekmesinde en önemli etken, meğer Abdulmehdi’nin İran ile Suudi Arabistan arasında icra ettiği arabuluculuk rolüydü.
Kasım Süleymani suikastında şüphesiz birden fazla neden vardı. Ancak Abdulmehdi’nin parlamentonun olağanüstü oturumunda suikast ile ilgili sarf ettiği şu söz yabana atılacak cinsten değildi: "Kendisiyle öldürüldüğü sabah buluşacaktım. Suudi Arabistan'dan İran'a gönderilmesine aracılık ettiğimiz bir mesajın yanıtını getiriyordu.”
Bölge barışının bölge içi aktörler tarafından sağlanmasına dönük çabalar elbette kolay değildir. Herkes cesaret de edemez. Çünkü kalıcı uzlaşı çabalarının yol güzergahında çoğu zaman provokasyon, suikast, darbe, iç çatışma vs. ne ararsanız her an karşılaşabileceğiniz kapanlar olarak karşınıza çıkabilir. Ama imkansız da değildir.
Rusya ile varılan son ateşkes uzlaşısında haklı olarak birçok kişi “Ruslara ne kadar güvenilebilir?” sorusunu sormaktadır. Ne kadar güvenilebileceğini kestirmek tabii ki zordur. Ama “Müttefik” dediği Suriye’ye karşı bile samimi olmadığı, hatta İran’a bağlı unsurlara karşı arka kapıdan siyonist israil’e yol verdiği gerçeği ortadayken, şunu demek mümkün olmaktadır: Çıkarları elverdiği yere kadar güvenilebilir!
Şayet çıkarlarına halel gelmeyeceğinden emin olsaydı, inanın tıpkı Amerika, NATO ve suret-i haktan görünen yerli NATOcular gibi sahada Türkiye ile İran’ı kapıştırmaktan asla vazgeçmeyecek, hatta teşvik bile edecekti.
Hiç kimse hayal satmaya tevessül etmesin. Ne Türkiye’nin Osmanlı gibi yayılma kapasitesi var; ne de İran’ın Pers İmparatorluğu kurma kapasitesi… Elbette ki bölge, barındırdığı risk kapasitesi açısından gül bahçesi değildir. Ancak başta Türkiye ve İran olmak üzere etki/yetki/irade sahibi ülkelerin bir araya gelerek bataklık alanları kurutma iradesi ortaya koymaları, bölgedeki batak alanlardan beslenen bölge dışı aktörlerin heveslerini kursaklarında bırakmanın ilk adımı olacaktır.
Bölge ülkeleri olarak herkes şunu bilmeli: Çare/Sizsiniz, çaresiz değilsiniz!