Son yazımda dünyadaki kötülüğün, zulmün yaygınlığını; kötülerin ve zalimlerin dünyaya
hâkimiyetini yazmıştım.
Özelde de “neden adalet, merhamet, ilim, irfan, kardeşlik, yardımlaşma, akıl dini İslam'ın müntesipleri olan Müslümanların diyarları perişan? Neden Müslümanların kinleri, düşmanlıkları, kalemleri, dilleri, silahları birbirine doğrulmuş durumda?” diye sormuştum.
Evet, iyiliği emreden “bir” Rabbimiz, bize yol gösteren “bir” kitabımız, bize örnek olan “bir” peygamberimiz ve de dinimiz İslam'ın inşa ettiği yüce “bir” medeniyet tarihimiz varken, nasıl oldu da bu hale geldik?
Yeni tanıştığım yabancı bir Müslüman gösterdi, (Türkiye basınını tarattım bulamadım, yabancı basında yer alıyor) Almanya Başbakanı Merkel şöyle demiş: “Çin ve Hindistan'ın nüfusu 2,5 milyarı bulduğu ve 150'den fazla tanrıya, 800'den fazla da akideye sahip oldukları halde barış içinde yaşıyorlar. Müslümanların ise Rableri bir, kitapları bir, peygamberleri bir olduğu halde, sokakları kendi kanları ile boyanmış durumda. Öldüren “Allahu Ekber” diye bağırıyor öldürülen de “Allahu Ekber” diye bağırıyor.”
Gerçekten hayret edilecek bir haldeyiz. Merkel de masumane(!) bu hayretini ifade etmiş.
Biz Merkel'in bu sözlerine, batıl bir ağızdan çıkmış hak bir söz olarak bakıyoruz, bakmak zorundayız.
Karanlığa taş atmak, karanlıktan şikâyet etmek kolay olandır. Müslümanlar olarak kendimizi sorgulamak, muhasebemizi yapmak zorundayız.
Üstad Bediüzzaman kendi döneminde bu sorgulamayı yapmış ve üç tespitte bulunmuş: Cehalet, fakirlik ve İhtilaf. Üstattan sonra Müslümanların cehaleti, fakirliği ve ihtilafları daha da arttı, azalmadı. İslam âlemini gezin göreceksiniz; cehaletin, fakirliğin ve ihtilafların Müslümanları ne hale getirdiğini!
Cehalet, fakirlik ve ihtilaflar, İslam ümmetinin belini kırmış durumda. Öyle üç mesele ki her biri diğerini besliyor. İç içe geçmiş, İslam ümmetini içten içe kemiriyorlar. Fakirlik beldelerimizi kırıyor, ihtilafların tutuşturduğu düşmanlık ateşi Müslümanları bitiriyor, coğrafyamızı yakıyor.
Batı'nın bundaki payı, derseniz!
Batı bu konuda şeytanlığını yaptı.
Yanlış hatırlamıyorsam İmam Gazali'den okumuştum. Vaktiyle bir evde huzur hüküm sürüyormuş. Evde aile huzur içinde yaşıyormuş. Bu durum şeytanı rahatsız etmiş. Bu huzuru nasıl bozabilirim diye düşünen şeytan, avluda bağlı bulunan keçinin ipini çözmüş. İpi çözülen keçi bir bu tarafa zıplamış bir o tarafa zıplamış, derken avluda ne varsa dökmüş, kırmış. Olanları gören hizmetçi keçinin kafasına indirmiş ve keçiyi öldürmüş. Keçiyi çok seven evin çocuğu, hizmetçinin keçiyi öldürdüğünü öğrenince kızgınlıkla hizmetçiyi öldürmüş. Eve gelen hane reisi de olanları duyunca öfke ile çocuğa vuruyor, çocuk da aldığı darbe ile ölüyor.
Tabi bu arada bir kenara çekilip olanları sinsice seyreden şeytan, “ben bir şey yapmadım ki, sadece keçinin ipini çözdüm” diyor.
Batı, zaten huzursuz olan İslam âleminde keçilerin iplerini çözdü. Keçiler sağda solda ne varsa kırdı, döktü. Sonrasında mı, İslam âlemi hepten keçileri kaçırdı ve İslam âleminin gözünü öfke bürüdü. Şimdi bu öfke düşmanlığa, kana doymuyor.