Kürtçe-Kurmnaci
‘Halkını tüketen devletlerin kendisi de tükenir' diyor Eflatun.
Mademki, Farabi'nin dediği gibi; ‘devlet, en üstün hayır, en yüksek mükemmellik ve en yüksek saadete kendisi ile ulaşılan, kendi kendine yeten bir birliktir.' O zaman halk, ne devletin kendisini tüketmesine müsaade etmeli ve ne de bu nimetin yanlış kullanılmasına izin vermelidir.
Neredeyse artık her gün sahile vuran cesetlerle tükenen halklar umurumuzda diyenler de kimlerin saadetine ve hayrına vesiledir tartışılır ama sonuçta devlet halkın aynasıdır.
‘Kendi canımı korurken arada kalanın canı cehenneme' diyenler de herhalde halkın değil, bir takım ideolojilerin devleti sayılırlar.
Öte yandan sözde kendisi için direndiği toplumun kurtuluşunu iman ve Kur'an'dan ziyade hendekte görenlerin de daha devlet kurma yolunda bile neleri tükettikleri de ortadadır.
Devlet ve hükümete yakın medyaya baktığınızda, neler oluyor sorusuna adeta Roma imparatorluğunun girdiği bir savaşta şövalyelerin dizdiği kelle sayılarının bugün kaça ulaştığına dair cevaplar alıyorsunuz. Ne adına diye soruyorsunuz, maalesef halkın menfaati adına demek biraz noksan kalıyor çünkü bu sorunun kaçırılan bir cevabı daha var: ‘dünyada kendi halkını acımasızca tüketen rejimlerden biri olan Kemalizm adına.'
Diğer tarafa baktığınızda ise, dertleri hep İslâm ile savaş olmuş bilumum ateist, komünist yerli yabancı Türk ve Kürt ne varsa hepsi bir araya gelip neredeyse ellerine kazma kürek alıp hendek kazma yarışına girecekler. Ne adına diyorsunuz? Aynı nakaratı tekrar ediyorlar. İyi de sizin özgürlük dediğiniz şeyin neden dini, imanı, edebi, iffeti, ahlâkı, insaf ve merhameti kurtlu ve çürüktür? Neden aynı zamanda bu halk adına İslâm'la uğraşıyorsunuz?
Devlet denildiğinde yüzleri kar maskeli, çelik yelekli, silahlı, zırhlı kolluk güçleri akla geldikçe halk kendini güvende hisseder mantığına karşı diğer taraf da, ‘parti' denildiğinde gençlerin aklına yüzleri maskeli, eli keleşli milisler geldikçe halk kendini bizimle hisseder tavrı ile yaklaşıyor. Ama halkın şu anda ne hissettiğinden ziyade yaşadığı şey, apaçık derin bir yalnızlık ve kendi yurdunda gurbetten başka nedir?
Yüz yıldır bölge halkına samimiyetten uzak muamelesi herkesin malumu iken, bölge insanından devlet ricaline tam güvenmesini beklemek ne kadar doğru değilse, mesele din, iman, Kur'an ve ahlâk olduğunda kin ve nefret kusan karşı tarafın vaatlerine gönülden bel bağlamasını beklemek de o kadar yanlış olacaktır. Ki ortadaki vakıa da bunu gösteriyor. Devletin samimiyetsizliğine karşı, seçimlerdeki oylarıyla bir şekilde tepki veren halk, karşı tarafın tutumuna karşı da, onların çağrısına icabet etmeyip, yaptıklarını onaylamayarak cevap veriyor.
Ama şu anda halk öyle şaşkın ve çaresiz ki, bir yanda oy verdiği sandıktan hendek çıkıyor, çocukların geleceğine darbe ve esnafın zararı çıkıyor, öte yanda devlete ödediği vergiden sahipsizlik çıkıyor, korku ve tehditler karşısında kendi kaderine terk etme çıkıyor, milliyetini bir türlü özümsememe çıkıyor.
Yine iki taraf da ey halkımız sizin için öldürüyor ve ölüyoruz, o halde siz bize aitsiniz, bizim malımız mülkümüzsünüz anlamına gelecek açıklamalarla, bölge insanının psikolojisi ile oynamayı da bir görev biliyorlar.
Oysa bu halk Şeyh Said Efendi'nin uğruna can verdiği İslâm'ın şeriatına aittir. Bu halk Bediüzzaman Said Nursi'nin davasına aittir. Bu halk adını duyduğunda meydanları hıncahınç doldurduğu Peygamber Sevdasına aittir.
Bugünler de elbet imtihan günleridir. Bu halk imanıyla, ilim, ibadet ve imanî cesaretiyle her türlü şeytanlığın karşısında durmaya devam edecektir. Evet, belki; işinden, aşından olacak, bir süre iki yamaç arasında savrulacaktır ama Allah'ın izniyle esfellerin çukurlarına da, ebterlerin kuyularına da düşmeyecektir.
Ve asırlarca sayısız felaket gördüğü halde tükenmesine müsaade etmeyen ilahi irade, inşallah bu halkı imanıyla hep serfiraz kılacaktır.