Yıllarca okullarda göğsümü gere gere Kemalist eğitimin nasıl iflas ettiğini anlattım. “Seni yaratan Rabbin” adıyla başlamayan okumaların nasıl insanı insanlıktan çıkarttığını anlattım. Allah ile başlamayan okumalardır ki insanı insanlıktan çıkartmış, vahşi hayvanlardan beter hale getirmiştir, dedim. Okuma yazma bilmemenin Allah ile başlamayan eğitimin sonucu elde edilen akademik unvanların diplomalardan çok çok üstün olduğunu öğrettim. Örnekler verdim, nükleer, biyolojik, kimyasal ve her türlü etkili silahların bu Allah’sız eğitimlerin sonucu üretildiğini uzun uzun açıkladım. Uluslararası çapta rüşvet, yolsuzluk ihale vurgun ve soygunlarının ileri düzeyde eğitim gerektirdiğini, sıradan bir insanın ancak bakkaldan hırsızlık yapabildiğini, bir ülkenin bütün adi hırsızlarının çaldıklarının toplamda ciddi bir ihale soygunun miktarına ulaşmayacağını anlattım. Toplumun partilere, guruplara ve cemaatlere ayrılarak birbirlerine düşman olması, çatışan gurupların birbirlerine üstünlük sağlamak için harici düşmanla işbirliğinde beis görmemesine öncülük edenlerin siyasi liderler, yazarlar çizerler olduğunu hâsılı bunun içinde de ciddi bir eğitimden geçenlerin olduğunu söyledim.
Eğitimin mutlaka besmeleyle başlaması gerektiğini, maddi ve manevi kirlerden taharet ederek başlaması gerektiğini, tâhir insanların ancak tâhir bir toplum inşa edebileceğini söyledim. Bunun da ancak medreseler eliyle olabileceğini, özellikle idarecilerin bu eğitime şiddetle muhtaç olduğunu, bu eğitim Allah’ın adıyla başladığı için ilk vereceği şey kalbe hâkim kılınacak Allah korkusu olacağını söyledim. Ahiret vurgusu olmadan verilen eğitimde toplum düzenini sağlamaya polisiye kuvvetlerin yeterli olamayacağını, hırsızlık masasının hırsızlarla, ahlaksızlık masasının ahlaksızlarla ortak olabileceğini polislerin başına da birer polis dikmenin mümkün olamayacağını uzun uzun örneklerle anlattım.
Şimdi öğrencilerimden biri çıkıp dese ki hocam sen ne anlatıyorsun, memleketin koca koca âlimleri, müfessirleri, muhaddisleri, mürşitleri, fakihleri toplumun bu bahsettiğiniz hastalıkları ile hiç de ilgilenmiyorlar. Kendi aralarında anlaşamıyorlar, birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Televizyonlar, gazeteler ve bilumum sosyal medya aygıtları üzerinden birbirlerine amansızca saldırıyorlar. Dinsizlik cereyanları dalga dalga ülkeyi sararken onlar Sünniliğin Şiiliğe ya da Nakşiliğin Kadiriliğe üstünlüğünü anlatıyorlar. Sünniciler, milyonlarca Şii’yi tekfir ederken, Şiiciler Selefileri, Seleficiler de kendileri gibi düşünmeyen bütün Müslümanları tekfir ediyorlar. Bu tekfir ameliyesinin ameleleri de sıradan insanlar değil hepsi bütün İslam ilimlerini usulü dairesinde tamamlamış, icazet verecek seviyeye gelmiş müderrisler. İçlerinden fiilen cihada katılan zindanlarda yaşamış olanlar da var. Küfür, siyonizm adeta onların ilgi alanın dışına çıkmış görünüyor. Bu nedenle siyonizm altın çağını yaşıyor. Yetiştirdikleri insanlar iktidar nimetlerinden “pay” peşinde koşarken onlar da “paye” peşinden koşuyorlar. İslamcılık iflas etmiş, yerini Sünnicilik – Şiicilik almış, Müslümanım demek yetersiz ve anlamsız hale gelmiş, asıl kimlik mezhep ve meşrep haline gelmiştir. Bu mudur bize öve öve bitiremediğin medrese eğitimi? Bu anlayış değil mi ki İslam dünyasında laisizmin gelişip palazlanmasını sağlamıştır. Ne diyeceğim ben bu insanlara? Sizi yanılttım aldattım mı diyeceğim, beni de onlar kandırdı mı diyeceğim? Ne demeliyim?
Hayır, ben kimseyi yanıltmadım. Kuşkusuz ilim kaynağımız Kitab-ı Mübin’imizdir, kuşkusuz eğitimimiz Allah’ın adıyla başlamalıdır. Bu dünyayı Ahiretin tarlası görenler, hayatın anlamının Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürdürmek ve cenneti kazanmak olduğunu bilenler için başka seçenek yoktur. Biz bu akidemizde ısrarlı olacağız.
Mevcut durum bir arızaya delalet etmektedir. Arıza şundan kaynaklanmaktadır. İslam, hayata tatbik edilmeyince bilgi bir işe yaramamaktadır. İlim sahipleri bununla malumatfuruşluk yapmaktadırlar. Eldeki bilgiye ulaşma imkânları sayesinde bir tıp öğrencisi âlimler arasındaki münazaralarda taraf tutmak adına bir medrese talebesinden çok fazla bilgiye sahip olabilmektedir. Mesela sırf “gelenekçi” dedikleri İslam’ı mahkûm etmek ya da “Hadis ilminin lüzumsuzluğunu!” ispatlamak için Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce ayet mealini ezberleyebilmektedir.
Bu fitneden çıkış yolu İslam’ı bilfiil yaşamak. İslam’ı yaşamak denilince akla sadece namaz niyaz gelememelidir. Egemenlerin, zorbaların, tağutların izin verdiği ölçüler çerçevesinde İslam’ı yaşamak kâmil bir Müslümanlık değildir. Böyle durumlarda Cihad ayetleri, mal ve can ile imtihan anlamsız olacaktır. Zorbalara tağutlara rağmen İslam’ı tebliğe kalkar, onlarla mücadeleyi göze alır, İslami cephelerde nöbet tutarsanız, korku namazı kılmak zorunda kalırsanız, gereksiz tartışmalara ne zaman ne de fırsat bulabilirsiniz. Rabbim cümlemize müstekbirlere, kâfirlere rağmen dinimizi hayata tatbik etmeyi nasip etsin. Bu fitneden çıkışın başka da yolu yoktur.