LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RASULULLAH.
ALEYHA NAHYA VE ALEYHA NEMUT!”
Herhalde Mısır’daki mahşeri tabloyu özetleyen en iyi söz bu olsa gerek.
Kukla yönetimin, yani Hizbuşşeytan’ın müdahalesi sırasında şehitlerin cesetleri, yaralıların inilti ve feryatları, gaz dumanları ve alevler arasından böyle haykırıyordu bir hatip:
“Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed(SAV) O’nun resulüdür. Bizler bu söz üzerine yaşar ve bu söz üzerine ölürüz.”
El-Hak şehadet ettik ki sizler bunu ispatladınız.
Aynı meydanda çarşafıyla ayakta sabit duran, kucağındaki üç-beş aylık bebeğine sıkı sıkıya sarılmış genç bir anneye odaklandı bir ara kameralar...
İzzetlice durmuş, “Şehadet nasıl karşılanır”ın dersini veriyordu bir öğretmen edasıyla.
“Erkek adammış!” sözünü hatırladım birden. Acı acı gülümsedim.
Cesur olma anlamında kullanılan erkekliğin sadece erkeklere mahsus olmadığını...
“Her jıneke vé de’vé bı şek ne kémi şére
Bı cesareta xu şér şére, ne çı jıne çı mére”
diyen şaire hak verdim.
Sonra Talut’un ordusundaki bir avuç muvahhidi hatırladım birden.
Karşılarında Calut’un muazzam ordusunu görünce, “...Rabbena efriğ aleyna sabren ve sebbit aqdamena vensurna ale’l qavmi’l kafirin” diyen şehadet sevdalılarını...
Gencecik kızlarının cesetleri başında, gözyaşlarını yüreklerine akıtarak ve en ufak bir gevşeklik göstermeden halkı meydanlara ve Qıyam’a çağıran aziz İhvan liderlerine ilişti gözüm.
Gayr-ı ihtiyari fani bir adamın şu baki dizelerini terennüm eyledim:
“Ağlasam, sesimi duyar mısınız?
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz?
Gözyaşlarıma ellerinizle!”
Evet, dokunabilir miyiz Biltacı’nın ve Şatır’ın gözyaşlarına?
Tarifsiz kederler, hüzünler...
Ve acılar... Kelimelerin karşılamakta kifayetsiz kaldığı acılar...
Sahibinin bütün günahlarını yakıp onu Cennete girmeye layık hale getirecek acılar...
Sonra katledilen yüzden fazla bebek... Yakılan insan cesetleri...
Ashab-ı Uhdud, Cengiz, Hülagu, Yezid...
İnsan hakları, demokrasi, özgürlük,eşitlik, insan onuru...
Uygar dünyanın (!) yaldızlı kavramları...
Çaresizlik ve acziyet içindeki ümmet...
Başına örülen çorapları fark edemeyecek kadar zihinleri mefluç, feraset ve basiretleri iğdiş edilmiş müslüman dünya..
Ne desem bilmiyorum. Dertli Akif konuşsun:
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?”